PSİKOLOJİK BİR ROMAN EŞİKTEKİLER

İnsanın duygu ve düşüncelerinin felsefi açılımını konu edinen edebiyat ve zaman içinde yaşadığı olayların kaydını tutan tarih disiplinleri arasındaki süregelen ilişki her zaman canlı olmuştur ve biri diğerini tamamlar niteliktedir.
Tarihi roman ya da tarihsel roman diye tanımladığımız eserler, geçmişte yaşanmış gerçekliklerden yola çıkarak gerçek kişiler, olaylar üzerinden yazılabileceği gibi kurmaca karakterler ve olaylar üzerinden eskinin atmosferi fon yapılarak da yazılmış olabilir. İkisi arasındaki en önemli fark ise hikâye, gerçeğe ne kadar yaklaşıyorsa yer, zaman, olay akışı ve kişiler bağlamında yazarın sorumluluğu da o denli artar.

Bir diğer roman çeşidi ise kahramanlarının ruh çözümlemelerini yapan psikolojik romanlardır. Bunlar karakterin iç bunalımlarını, hesaplaşmalarını, içten gelen dürtü ve güdülerinin tüm detaylarını ele alırlar.
Bu açıklamalar eşliğinde, bir Ege kasabasındaki yaşamları konu alan Eşiktekiler, kurmaca karakterlerle aşk, nefret, öfke, umut, umutsuzluk, kaçma, terk etme, vicdan gibi duyguları, kaygıları, durumları, bin dokuz yüz ellili yılların Türkiye’sini arka plan yaparak okura aktaran psikolojik bir romandır denebilir. Yazar, ana karakterlerin yaşamlarını tüm detaylarıyla ele alırken yan karakterlerin de yaşamlarına ait bir ya da daha fazla kesiti okurla paylaşır ve onların da ruhsal detaylarını verir. İstanbul’dan kaçarcasına hiç bilmediği bir kasabaya yerleşen başkarakter Nusret, buraya adeta kapanmış, çevresinde dönüp duran onca insana karşın yalnızlığını sürdürmüş, bu yönüyle mekânla adeta özdeşleşmiştir. Anlatılan kasaba kendi içine dönüktür, şehirle iletişimi fazla yoktur. Taşra diye anılan pek çok yerleşim alanı gibi burası da seçimden seçime anımsanır.  Böyle bir yerin mekân olarak seçilmesi ve adının verilmeyişi bu bakımdan anlamlıdır.
Her sanat dalının üretimine araç olan algılar, nesneler vardır. Müzisyenler için nota, ressamlar için renk/ışık/fırça gibi. Edebiyatın ve uzantısı olarak yazarın aracı ise dildir ve dili kötü bir metnin okunması mümkün olmadığı gibi ve okunmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Gönül Çatalcalı, dilin inceliklerini, noktalama işaretlerini, cümle kuruluşlarını, kemanını akort eden bir virtüöz kadar önemsiyor. Dil ve zamana dayalı anlatım özellikleri nedeniyle, eserde bugünün varlığı hissedilmemekte olup  “anlatma zamanı” ile “öykü yani vak’a zamanı” aynıdır ve döneme ilişkin günlük konuşmalar kusursuz bir şekilde kaleme alınmıştır
Mekân anlatımı ise dağlar, çiftlikler, evler, iç mekânlar gibi somuttur. Adı verilmeyen kasabaya ilişkin betimlemelerin canlılığı, döneme uygunluğu dikkat çekicidir, okuru görsel zenginliğe çeker. O zamanlar, tıpkı bugün gibi büyük siyasi bölünmelerin olduğu yıllardır. DP’li ya da CHP’li olmak insanlar hakkında büyük ipuçları demektir ve bu da zaman zaman düşmanlıklara varan ilişkilere yol açmaktadır.

            Yaşadığı büyük kırgınlık ve öfke sonucunda, özel doktorun olmadığı kasabaya gelen Nusret’in soluklanmak ve kiralık ev aramak için girdiği bir kahvede ilgi odağı olmasıyla romanda olaylar zincirinin ve insana dair hemen her duygunun anlatımı başlar.
            “ ‘Oooo, demek doktorsun beyim. Buralara hiç doktor gelmediydi şimdiye kadar. Adını bağışlasan…’
            ‘Nusret…’
            İki heceden oluşan oturaklı isim ‘tak’ diye düştü masaya, oradan kahvecinin diline geçerken başına unvanı eklendi, daha da ağırlaştı.
            ‘Doktor Nusret Bey ha! Doktor Nusret Bey. İki otelimiz var ama uzun vakit otel köşelerinde olur mu hiç, sana hemen bir ev buluruz evelallah.’
            Üst üste vurgulanarak ve yüksek sesle söylenen ‘doktor’ sözcüğü, Çınaraltı’nda dalgalanmaya neden oldu. Bir köşede tavla oynayan Çoban Haydar ve Ambarcıların Kâmil şak diye kestiler başka zaman dünya yansa ara vermedikleri oyunu, tavlayı gürültüyle kapattılar.”
            Başta Doktor Nusret, karısı Sara olmak üzere her karakter kendi içinde hesaplaşmalar yaşar ve onların iç dünyaları tanrısal anlatıcı tarafından okura aktarılır. Tanrısal anlatıcıdan başka, iç konuşmalara da yer veren yazar ek olarak Nusret’in duygu ve düşüncelerini de ben diliyle onun kaleminden aktararak anlatım zenginliği yaratır. 
Ana çatışmanın paralelinde, pek çok detay çatışma ile zenginleştirilmiş, romanda kullanılan birbirinden bağımsız ya da biri diğerine eklenmiş düğümler alttaki başlıklarla özetlenebilir.
·         Yerleşik bir düzenden kopup hiç bilinmeyen bir kasabaya yerleşme
·         Siyasal tercihler ya da farklı deyişle yaşam felsefesi zıtlıkları
·         Baba-oğul çatışması
·         Büyük şehir-kasaba çatışması
·         Bireyin kendisiyle çatışması
·         Karşılıksız aşk
Bunlar ve benzerleri, merak ögeleri eklenerek başarıyla ele alınmış, yer yer cinsellik ön plana çıkartılmış, gerçek aşk, platonik aşk, tecavüz, ensest, gayri meşru ilişkiler… gibi konularla cinsellik her yönüyle geniş bir yelpazede ele alınmış.
Romanın başkahramanı Nusret’in babası Muhsin Bey, eşiyle, çocuklarıyla olumlu, sevgi dolu ilişki kuramayan hırslı bir tüccardır.  Nusret’in yakın arkadaşı Yosef’in ailesi, varlık vergisi nedeniyle ekonomik yetmezlik içindeyken Muhsin Bey, zayıf durumlarından faydalanarak onlara ait ticarethaneyi ucuza satın alır. Bu olay, erdem duygusu yüksek, mükemmeliyetçi yapıya sahip Nusret’in babasına ilişkin yaşadığı ilk kırılmadır. İkincisi ise çok daha sarsıcıdır. Nusret tesadüfen babasının bir başka ailesi daha olduğunu öğrenir ve bu tanıklığın ardından İstanbul’u terk eden oğul için baba artık sadece “Muhsin Bey”dir . Böylece oğulun, babadan kopuşunun derinliği pekiştirilmiş olur.
Çekişmeli bir seçim döneminin anlatıldığı eserde, günümüzde olduğu gibi basın, o gün de kontrol edilmek istenen alan olarak karşımıza çıkıyor. İktidara karşı olan gazetelerin dağıtımı, yurt dışından yapılan rejim karşıtı radyo yayınları vs. engelleniyor. Hemen her seçim döneminde tanık olduğumuz hileler, hak ihlalleri konusunda elbette yalnız değiliz. Pek çok ülkenin geçmişinde ve bugününde bu tür yasa dışı durumlara rastlamak olası. Konumuz edebiyat olduğuna göre Edgar Allan Poe’nun bir seçim döneminde başına gelen olayı tam da bu noktada aktarmak uygun olacak sanırım.
Poe, edebiyat dünyasında saygı kazandıktan sonra New York’a gitmek üzere yola çıkar, Baltimore’da aktarma yapmak için trenden iner. Devamını Elliot Engel’in “Oscar Nasıl Wilde Oldu?” adlı kitabından okuyalım,
“Baltimore’a vardığında belediye başkanlığı seçimleri vardı. O günlerde seçimi kazanmak isteyen adaylar sahte adla birden fazla oy verebilecek kişileri bulup farklı oy sandıklarında oy kullandırırdı. Baltimore’da hiç kimse bir oy için bu riske girmezdi çünkü birden fazla oy veren kişi yakalanırsa bu suç ona federal hapishanede on yıla mal olurdu. Bu yüzden adaylar adamlarını tren istasyonlarına yollar, bu adamlar da kolayca aldatabilecekleri bir ahmağın trenden inmesini beklerlerdi.
            Trenden inen Poe oldu…
Siyaset şakşakçıları onu istasyon barına götürüp Baltimore limonatası dedikleri bir içki ısmarladılar. Yüzde beşi limon suyu yüzde doksan beşi alkoldü. Poe bu içkiden yedi kadeh içince zehir bütün vücuduna yayılmıştı. Adamlar hemen hemen hissizleşen Poe’yu oy sandığına yönlendirdi…” 
Seçim hilesine kurban giden Poe ne yazık ki bu olaydan üç gün sonra hastanede gözlerini açar, “Tanrım! Ruhuma merhamet et!” diye haykırır ve yaşamını yitirir.

Eşiktekiler romanının ilgi çeken değinilerinden biri de kapalı toplumların ya da grupların göç olgusuna bakışı. Sayfa 233’de, dağın tepesindeki bir köyün ibadet evinde karşılaştıkları Dedenin, “Çocuklarınızı neden tahsile göndermiyorsunuz?” sorusuna yanıtı şöyledir:
“Okuyanlarımız çıkmıştır, teşvik etmeyiz fakat mani de olmayız… Dışarıdan gelen gönderdiğimiz değildir artık, terazinin bir tarafı ağır çeker. Özümüz bizde saklıdır, bozmak istemeyiz.” diyerek yanıtlar. Dedenin, dışarıdan gelen gönderdiğimiz değildir sözü, türlü değişimler geçirmiş olan Nusret ve Sara’yı işaret eder.
Romanda bireyi öne çıkaran yazar, bireyin ruhsal bütünlüğünü sağlayabilmesi için, büyük parça yerine küçük parçaya, başkalarına yönelmiş dikkat yerine kendi özüne bakmasını önerir ve kurguladığı büyük şehir-kasaba karşıtlığıyla da bu önerisini destekler. Ancak elbette ki köklü değişimler için kilometrelerce yol kat etmek, şehir ya da ülke değiştirmek gerekmiyor.  Bireylerin özlerinde gerçekleştirecekleri devrimler ya da kendilerine yapacakları iç yolculuklar da gelişmelerinin aracı olacaktır.
Eşiktekiler’i okurken, aramızda halen yaşayan, Nusret’in Sara’nın, Nizam’ın, Ekrem Ağa’nın ve diğer karakterlerin iç yolculuklarına tanık olacak ve belki de kendi “öz”ünüzü inceleyecek, sürgünlerinizi keşfedeceksiniz.

Gönül Çatalcalı
Eşiktekiler
Tekin Yayınevi

370 Sayfa

Hiç yorum yok: