JEAN GENET BİR ANARŞİSTİN PORTRESİ
“Hırsız olmaya yaşamımın belli bir döneminde karar vermedim. Tembellik ve hayalperestlik yüzünden Mettray İslahevi’ne düştüm. Burada yirmi birime kadar yatmam gerekiyordu. Kaçtım. Gönüllü primi almak için beş yıllığına asker yazıldım. Birkaç gün sonra zenci subaylara ait birtakım valizleri alarak kaçtım.
“Hırsız olmaya yaşamımın belli bir döneminde karar vermedim. Tembellik ve hayalperestlik yüzünden Mettray İslahevi’ne düştüm. Burada yirmi birime kadar yatmam gerekiyordu. Kaçtım. Gönüllü primi almak için beş yıllığına asker yazıldım. Birkaç gün sonra zenci subaylara ait birtakım valizleri alarak kaçtım.
Bir süre hırsızlıkla geçindim; ama para karşılığında erkeklerle yatmak tembelliğime çok daha uygundu.” (1)
Yetmiş
beş yıllık yaşamının genç yıllarını cezaevinde geçiren Jean Genet (1910 - 1986),
otobiyografik ögeleri de içinde barındıran Hırsızın
Günlüğü kitabında kendisini yukarıdaki satırlarla tanımlar.
Fransız
edebiyatının sıradışı yazarı, düşünürü, aktivisti, evlilik dışı bir çocuk olup
annesi tarafından terk edildiği için on yaşına kadar yetimhanede ve Morvan’da
bir çiftçi ailesinin yanında kaldı. Katolik olarak yetiştirildi. Başarılı bir
ilkokul eğitiminin ardından dizgicilik (mürettiplik) mesleğini öğrenmesi için
yanında yaşadığı aileden alındı ve bir zanaat okuluna gönderildi. On gün sonra
oradan kaçtı. Nice’te bulundu. Ufak tefek kaçışların ardından on beş yaşında
ilk hapishane deneyimini yaşadı ve mahkeme, reşit olana kadar Mettray Çocuk
Cezaevi’nde tutulmasına karar verdi. O ise Mettray’dan ayrılabilmek için cezası
dolmadan yabancılar lejyonuna yazıldı. Altı yıllık askerlik hayatının sonunda
firar etti ve Fransa’dan kaçmak zorunda kaldı. Bir yıl boyunca sahte
kimliklerle Avrupa’da dolaştı. 1937 de Paris’e döndüğünde hakkında pek çok
suçlama ile mahkeme önüne çıktı, tutuklanıp cezaevine gönderildi.
İlk
eserlerini Fresnes Hapishanesi’ndeyken yayımladı. Ömür boyu sürgüne yollanmak
üzereyken ilk şiiri İdam Mahkûmu, Çiçeklerin Meryem Anası ve Gülün Mucizesi adlı kitaplarıyla,
Sartre, Andre Gide ve Jean Cocteau’nun dikkatlerini çekti, onların
cumhurbaşkanına verdikleri dilekçeyle suçu bağışlandı, serbest bırakıldı.
Anne
babasını hiç tanımadı. Ebeveynlerini uzun süre aramasına karşın sadece
annesinin adına ve onun bir fahişe olduğu bilgisine ulaşabildi. Gene, hayatının
bir kısmını hırsızlıkla, fahişelikle, kadın satıcılığıyla ya da kaçakçılıkla
kazandı.
Genet,
içinde yaşadığı yeraltı dünyasının özelliklerini öne çıkartarak ve onları
savunarak mevcut düzeni reddetti, düzenin ikiyüzlü yanlarını korkusuzca dile
getirdi. Toplum nazarında onu suçlu kılan tüm özelliklerini inkâr etmek şöyle
dursun kabul etti, arkasında durdu ve şöyle dedi: “Hırsızlara, hainlere, katillere,
kalleşlere sonsuz bir güzellik atfediyorum; sizlere asla.”
“Tekil
bir eylem olan hırsızlığa daha evrensel bir işlem olan şiir yararına ihanet
etmem gerekiyordu.”
“Ona göre hakiki mahpuslar ‘bu
toplumdan nefret ettikleri için değil, her halükârda canları sıkıldığı için
hapishaneye gidenlerdir.’
Suçu sosyo-ekonomik hayatın şanssızlarının
hayattan almak istedikleri pay için giriştikleri edim olarak göstermek isteyen
egemenliğe karşı durarak, bu modern
iktidar sisteminin oluşturduğu suç kavramının gerçekliğini tartışmaya açar. Bu
çabası yapıtlarında da görülür.” (2)
Bu bağlamda, örneğin, “Çiçeklerin Meryem Anası” adlı romanında anlattığı katili
romanın sonunda adeta kutsar, aziz mertebesine çıkartır. Gamze Çakır,
makalesinde “1940’lı yılların şartları
göz önüne alındığında, Genet’nin romanları Fransa’da büyük bir şaşkınlık
yarattı. Genet’nin konumundaki hiçbir yazar, beyaz ve siyah erkekler, Nazi
askerlerle Fransız milisler ve yaşayanlarla ölüler arasındaki eşcinsel
birleşmelere ayrıntılı biçimde yer vererek, müstehcen veya aykırı kabul edilen
alanlara pervasızca adım atmamıştı. Cenaze Töreni’nde, bir Fransız
delikanlısıyla yaşadığı yoğun cinsel ilişkiyi Hitler’in kendi ağzından anlatan
bölümler, okuyucuyu afallatmış ve dehşete düşürmüştü.” diye yazar.
Genet’nin
hayatı otellerde geçti. Bir dönem bilinçli olarak edebiyattan uzaklaştı, tam
yirmi iki yıl yazmadı. Bu dönemde dünyanın ezilen halklarının ve başkaldırı
gruplarının yanında oldu. Yazılarıyla onları destekledi. O, “beyaz” diye
tanımladığı dünyanın kendi deyimiyle zencisiydi. Tüm iktidarlarla ve
kutsallarla savaşı vardı.
“Benden ölçüsüzce ve tüm
kendiliğindenliğiyle nefret edecek tam düşmanı, ancak daha beni tanımadan benim
tarafımdan yenilgiye uğratılmış, boyun eğmiş düşmanı isterim…
Dostlar değil. Dost filan istemem… Gücü
tükenmiş, teslim olmayı kabul eden bir düşman arıyorum. Verebileceğim her şeyi
ona vereceğim: silleler, tokatlar, tekmeler, onu açlıktan gözü dönmüş tilkilere
ısırtacağım, ona İngiliz yemekleri yedirteceğim, Lordlar Kamarası’nda
bulundurtacağım, Buckingham Sarayı’na konuk olarak kabul ettireceğim, Prens
Philip’i düzdürteceğim, prens tarafından düzdürttüreceğim, bir ay Londra’da
yaşatacağım, benim gibi giyindirteceğim, benim yerime uyutturacağım, benim yerime
yaşattıracağım: açık
düşmanı arıyorum.” (3)
1974
ve 1986 yılları arasında kaleme aldığı politik metinlerden oluşan “Açık Düşman” kitabının başındaki “Bu
kitap Fransız Büyükelçiliği’nin katkılarıyla yayınlanmıştır.” ibaresi ise
bu denli muhalif tavrına karşın beyaz
dünyanın ona yaklaşımını göstermesi bakımından ilginçtir. Kitap her bakımdan
muhaliftir ve açık düşman tanımına Fransa da dâhildir.
“Piçlik,
İhanet, Toplumun Reddi, ve Yazı”
Söz konusu kitapta, yukarıdaki başlıkla, yapılan söyleşide Madeleine
Gobeil’in sorusu ve Genet’nin yanıtı alttaki gibidir.
“Oyunlarınız çok başarılı oluyor.
Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde; Zenciler orada oynamaya başlayalı
yakında dört yıl olacak. Bu başarı sizde nasıl bir etki uyandırıyor?”
“Aklım almıyor. Hayret ediyorum.
Belki de Amerika Birleşik Devletleri düşündüğüm gibi değildir. Amerika’da her
şey olabilir. İnsanlığa benzer bir şey bile ortaya çıkabilir.”
Genet,
toplum nazarında piçtir, hırsızdır, eşcinseldir, fahişedir, ahlaktan, namustan
yoksundur. O ise bu özelliklerini her fırsatta öne çıkartarak, burjuva toplumunun
sahte değer yargılarına saldırır, onlara ayna tutar, yeniden değerlendirir. Düşüncesine
göre burjuvazinin çöküşü ancak burjuvazi içerisinden çıkan Genet’ler sayesinde
olabilecektir. Örneğin yargı sistemi ve onu sürdüren yargıçlar üzerine
söyledikleri çok çarpıcıdır: “Yargıçların
bana neler sağladığını sorsanıza... Yargıç olabilmek için hukuk okumak gerekir.
Bu öğrenime on sekiz, on dokuz yaşına doğru başlanır, yeniyetmeliğin en verimli
döneminde. Dünyada başka insanları yargılayarak hayatlarını kazanacaklarını
bilen on sekiz yaşında insanlar var. Suçluların bana sağladığı şey bu işte:
yargıçların ahlakı üzerine beni düşündürdüler. Ama buna güvenmeyin; her suçlunun
içinde maalesef bir yargıç vardır, tersi ise doğru değildir.” (2)
Müşterilerin
başka bir kimliğe bürünme isteklerini gerçekleştirebilecekleri lüks bir
randevuevinde geçen Balkon adlı
oyununda ise aynı konuyu şöyle işler;
“HIRSIZ KADIN, yukarıdan alarak:
Bana hanımefendi diye hitap edin lütfen, ne isteyecekseniz de kibarca isteyin.
YARGIÇ:
İstediğimi yapacak mısın peki?
HIRSIZ KADIN, işveli: Hırsızlık
etmem pahalıya patlar size.
YARGIÇ: Öderim. Bedeli neyse öderim
hanfendi. Yoksa kötüyü iyiden ayırt etme yetkimi yitirirsem, sorarım size, neye
varır benim halim?”(4)
Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki ırkçılığa karşıtı Kara Panterler, Federal Almanya’daki Kızıl
Ordu Fraksiyonu, Filistin Kurtuluş Örgütü… Bunlar destek verdiği örgütlerden
birkaçı. Tam bir anarşist olan Genet, Hırsızın
Günlüğü, s.47’de şöyle der:
“Sınırları geçişim ve bu geçişin
bana verdiği heyecan, içine girdiğim ulusun özünü herhalde doğrudan kavramamı
sağlayacaktı. Bir ülkenin içine girmekten daha çok, bir imgenin içine
giriyordum. Elbette bu imgeye sahip olmak istiyordum, ama onun üstünde etki
yapmak da istiyordum. Askerlik çarkını, bu imgeyi anlatan en iyi şey olduğu
için bozmak istiyordum. Yabancı için casusluktan başka çare yoktur. Temel
niteliği dürüstlük -ya da bağlılık-
olması gereken bir kurumu ihanet yoluyla kirletmek kaygısı da belki buna
karışıyordu. Belki de kendi ülkemden daha çok uzaklaşmak istiyordum.”
“Elbette
ki isyan eden halklardan yana oldum…”
Yetmiş
iki yaşında, Leyla Şahid’le birlikte Filistin’e giden Genet, "Vatanları
olmadığı için destekliyorum onları; bir devletleri, ordusu, polisi olduğu gün
beni hiç ilgilendirmeyecekler." der ve Avusturya’dan Rudiger Wischenbart ile yaptığı söyleşide, Filistin’i
desteklemesine ilişkin şunları söyler:
“Jean Genet, sizi Filistin Kurtuluş Örgütü için bu
kadar güçlü bir şekilde angaje olmaya iten neydi? Amerika Birleşik Devletleri’ndeki
Kara Panterler ve Federal Almanya’daki Kızıl Ordu fraksiyonunu bir yana koyacak
olursak, bir grubun ya da siyasi bir hareketin yanında yer almanız önceleri
oldukça ender görülen bir durumdu.”
“Beni buna iten öncelikle kişisel tarihimdir; bunu da
anlatmak istemiyorum, kimseyi ilgilendirmez. Bu konuda daha fazla şey bilmek
isterlerse kitaplarımı okurlar, olur biter. Ama benim size söylemek isteyeceğim
şey, önceki kitaplarımın – aşağı yukarı 30 yıldır yazmayı bıraktım - bir
rüyanın ya da bir hayalin parçası olduklarıdır. Bu rüya ve bu hayalden sonra
ayakta kalarak, bir tür hayat bütünlüğü elde etmek için eyleme geçmek
zorundaydım. Anladığımı sandığım kadarıyla, Kara Panterleri, Alman Kızıl Ordu
fraksiyonunu ve Filistinlileri saydınız. Hemen konuya girmek için size şöyle
cevap vereyim: Benden müdahale etmemi isteyen insanların derhal yanında oldum.
Kara Panterler Paris’e gelip benden Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmemi istediler,
ben de derhal gittim. On yıl önce Filistinliler benden Ürdün’e gelmemi
istediler, bir yıl önce de Leyla Şahid benden Beyrut’a gitmemi istedi. Elbette
ki isyan eden halklardan yana oldum ama bunu çok doğal olarak yaptım, çünkü ben
de tüm toplumu yeniden tartışma konusu yapmak ihtiyacındaydım.”
İşçi
ve öğrenci hareketlerinin başladığı 68 eylemlerinde “milliyetçilikten kurtulmuş zarif
denebilecek gülümseyen bir dünya”
gördüğünü söyleyen Genet ilk kez bu dönemde ülkesinden nefret etmediğini
söyler.
Hapishane
ve randevuevi arasındaki mezarlık...
Cumhurbaşkanı
tarafından affedilmesinin ardından kendini tamamen edebiyata vermiş olan yazar,
1979 da gırtlak kanseri olduğunu öğrendi ve tedaviye başladı. Bundan sonraki
süreçte pek çok kez Ortadoğu’ya gitti.
İlk
şiiri “İdam Mahkûmu”ndan sonra,
sırasıyla Çiçeklerin Meryem Anası (1944),
Gülün Mucizesi (1946)
kitaplarının ardından, Cenaze Töreni
(1947), Denizci (1947), Hırsızın Günlüğü (1948) kitapları yayımlandı.
Büyük Gözaltı, Hizmetçiler, Balkon,
Paravanlar dünyada büyük yankılar uyandırdı. Düz yazılarını ise, Sevdalı Tutsak, Açık Düşman ve Tek Başına –
Şatila’da Dört Saat adlı kitaplarda topladı.
1986
da Paris’te bir otel odasında ölen Genet, kendi
isteğiyle, Fas’ta, belediye hapishanesi ve randevuevi arasında yer alan küçük bir
İspanyol mezarlığına gömüldü.
Genet
hakkındaki söylenecekler bitmez. Yazıyı Sartre’ın sözleriyle noktalayalım.
“Şeytanını bize bulaştırarak Genet,
kendini ondan uzaklaştırır. Kitaplarının her biri, şeytandan arındıran bir
işlem, bir psikodramadır; sanki her kitap yalnızca bir öncekinin, tıpkı yeni
aşklarının öncekileri yinelemesi gibi, yeniden basımıdır. Ancak her kitapla,
bu, ruhuna şeytan girmiş adam, ona egemen olan şeytanın biraz daha fazla
efendisi olur. On yıllık yazın, psikanalitik bir sağaltıma eşittir.”
Notlar:
1. 1-Hırsızın Günlüğü – Jean Genet
2. 2-Jean Genet’de Egemenlik ve Özgürlük
İlişkisi (PDF) – Gamze Çakır
3. 3-Açık Düşman– Jean Genet
4. 4-Balkon– Jean Genet
Kaynakça:
Jean Genet (2012), Hırsızın Günlüğü,
Ayrıntı Yayınları, Çeviren: Yaşar Avunç
Jean Genet (2016), Açık Düşman, Metis
Yayınları, Çeviren: Sosi Dolanoğlu
Jean Genet (2014), Balkon, Ayrıntı
Yayınları, Çeviren: Başar Sabuncu
Gamze Çakır (2013), Jean Genet’de
Egemenlik ve Özgürlük İlişkisi – İnsanın İnkârı Olmayı İstemek, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Hukuk Yüksek Lisans Programı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder