DOSTOYEVSKİ ve KISKANÇLIK

Edebiyatta en çok işlenen konulardan birisinin kıskançlık olduğunu söyleyebiliriz. Başta aşk olmak üzere yaşamın hemen her alanında karşımıza çıkan duygu, Kabil’in Hâbil’i kıskandığı günden bu yana insanoğlundan ayrılmadı. Çekememezlik, haset, imrenmek, öykünmek gibi farklı dereceleriyle sanatın hemen pek çok dalına ilham kaynağı oldu.

İnsana ait her duyguyu ince ayrıntılarıyla işleyen, kahramanlarının psikolojik tahlillerini ustaca yapan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821 – 1881), dünya edebiyatını etkilemiş en büyük yazarlardan biri ve eserleri bugün de geniş halk kitleleri tarafından beğeniyle okunmakta.
Çarlık rejimini eleştiren Petraçevski’cilerle birlikte olmaktan suçlu bulunarak dört yıl kürek mahkûmiyetine çarptırılan yazarın, Sibirya’daki sürgünden edindiği izlenimleriyle yazdığı “Ölüler Evinden Anılar” romanında yer alan “Akulka’nın Kocası” anlatısı (Bölüm 2/4), pek çok duyguyu ele alan bir öykü.  Erkek egemen zihniyetin, kadın için eziyete, kimi zaman ölüme dönüşmesini anlatan eser, paralelde sevgi, nefret, merhamet, öfke, iftira, şeref gibi duyguları, kavramları da ele alır. Ancak vurucu duygunun kıskançlık olduğu metinde, yazar bunu son ana kadar okurdan saklamayı başarır, kıskançlığın sonucunu, bitişte okurun kucağına külçe gibi bırakır.
Romandaki öykü, koğuştaki mahkûmlardan birinin anlatısıdır. Arkadaşlarına kendi başından geçmiş bir olayı aktarmaktadır.

Ankudim Trofimiç, çevresi tarafından çok sayılan yaşlı bir adamdır. Akulka adında bir kızı vardır. Ticaretle uğraşan acımasız, sevgisiz Filka Morozov, Ankudim Trofimiç’le ortaklığını kaba sözlerle bitirirken kızıyla da evlenmeyeceğini söyler ve “Nikâhsız da koynuma alıyorum zaten!” der. Ankudim, sinirden titreyerek “Sen namuslu bir babayı ve namuslu kızını ne hakla kepaze edersin?” dediğinde aldığı yanıt ise “Sizin Akulka, yalnız bana değil, hiç kimseye varamayacak… Mikita Grigoryiç de almaz artık, çünkü şerefsiz bir kız o… Artık yüz papel de versen istemem.” der.
Filka’nın söyledikleri Akulka’nın evinde tam bir infiale yol açar. Anne, baba o günden sonra kızlarını sürekli döverler. Öyle ki kızcağızın nefes almaya hali kalmaz. Biri bırakır, öteki devam eder dayağa. Bütün şehir kızın evlenmeden erkeklerle birlikte yatıp kalktığını konuşmaktadır. Bu arada Filka, arkadaşına yani öyküyü anlatan kişiye, “kızı sen alsanaüç yüz drahoma verecekler kızları için... Nikâh her ayıbı örter… üstelik ömrünün sonuna kadar kızın boynu sana eğik olur.” telkininde bulunur.
Sonunda anlatıcı Akulka ile evlenmeye karar verir ancak düğüne bir hafta kala içmeye başlar. Amacı her şeyi unutmaktır. Nikâh törenine zil zurna sarhoş gider. Büyük bir ders vermek için ilk gece kırbacını yatağının yanına koyar. Planına göre karısı bakire çıkmayacak o da onu doğduğuna pişman edecek, böylece tüm şehre nasıl bir erkek olduğunu gösterecek kimse de bir daha kendisiyle “hımbıl” diye alay edemeyecektir. Ancak hoş bir sürprizle karşılaşır. Karısı bakiredir.
Taze kocanın keyfine diyecek yoktur. İlk iş birlikte kiliseye giderler. Daha sonra kendisini yalanlarla doldurduğu ve Akulka’nın da çok acı çekmesine sebep olduğu için Filka Morozov’u arar, bulur. Filka özür dilemek yerine daha da ileri giderek “Karını bana sat… Sen de aptalın birisin. Seni neden ayık evlendirmediler. İşin aslını anlama diye” der. Bunu duyan koca eve öfkeyle döner. Hıncını karısından çıkarır. O günden sonra Akulka’yı her gün sabahtan akşama kadar sürekli döver. Günler böyle sürer.
Bir süre sonra Filka Morozov’un askere gitme zamanı gelir. Şehirden ayrılmadan önce Akulka ile yolda karşılaşır ve yine kötücül duygularla yanına yanaşarak “Bak şimdi beni mızıkayla askere götürüyorlar. Bağışla beni namuslu babanın namuslu kızı, affet şu alçağı” der. Kız irkilir, çok uzun bir aradan sonra duymuş olduğu güzel sözlere kapılıp “Sen de beni affet delikanlı, sana karşı kinim yok” der. Aşağılanmaktan, sevgisizlikten bezmiş biri için yalan da olsa ne güzeldir duydukları.  Onların konuştuklarını gören kocası, Akulka’yı ne konuştunuz diye sıkıştırınca kadın durumu anlatır ve “Ben onu artık dünyada her şeyden çok seviyorum” der. Bu cümle öyküde gerilimin iyice yükseldiği andır. Akulka’nın kocası duydukları karşısında donup kalır. Şehirde pek çok erkekle ilişkisi olduğuna inanılan bir kadınla evlenmiş, para için sosyal çevresinin her türlü manevi baskısına katlanmıştır. Buna karşın, onun ağzından o güne dek ilk kez duyduğu sevgi dolu sözcükler kendisine değil de başkasına olmuştur. Kıskançlıktan deliye döner. Bu kez durum çok ama çok farklıdır. O gün onu dövmez ve akşama kadar tek laf konuşmadan ne yapması gerektiğini düşünür. Karar verdiğinde “Akulka, artık seni öldüreceğim” der. Sabahın erken saatinde karısını kasabanın dışına çıkarır, hunharca öldürür. Her öykü gibi bu öykü de (bir romanın içinde yer almış olsa da) okurun kafasında sürer gider ve okundukça yeniden yazılır.
Dostoyevski’nin “Başkasının Karısı ve Karyola Altında Bir Koca” adlı eserinde ise temel duygu kıskançlıktır. Bu öykünün diğer önemli özelliği gülmece olmasıdır. Karısının kendisini aldattığından şüphe duyan İvan Andreiç kendi kimliğini gizleyerek durumu aydınlatmaya çalışırken pek çok saçmalığa sebep olur, gülünç duruma düşer.
Karısının kendisini sıklıkla aldattığına inanan yaşlı koca (eserde kürklü adam olarak anılır), bunu ispatlamanın peşine düşer fakat gururunu kurtarmak için takip ettiği kadının başkasının karısı olduğunu söyler. Soğuk bir kış gecesinde, dairelerinden birinde karısının olduğuna inandığı bir apartmanın karşı kaldırımında beklemeye başlar. Yanında kendisiyle benzer kaderi paylaşan genç bir erkek vardır (eserde genç adam olarak anılır). O da evli bir kadına âşıktır ve aldatıldığından şüphe etmektedir. Yanında bekleyen yaşlı adam gibi o da binanın önünde sevgilisini beklemektedir.  
Eserde, kürklü adamın utancını ve kıskançlık duygusu altındaki ezilişini veren pek çok cümle vardır.
“Bir bayan, yani saygıdeğer, iyi aileden bir bayan, bir ahbabım… rica ettiler de… görüyorsunuz ya bekârım ben…”
“Kendim için yapmıyorum bunu. Aklınıza kötü bir şey gelmesin sakın. Benim karım değildir! Kocası ileride, Voznesenski Köprüsü’nde bekliyor. Suçüstü yakalamak istiyor karısını…her koca gibi inanmıyor… (kürklü adam gülümsemek için kendini zorladı) ben arkadaşıyım. İnanın.”
Aradan biraz zaman geçince iki adam birlikte apartmana girmeye karar verirler. Bu arada konuşmayı da sürdürürler fakat kürklü adamın kuşkuculuğu, kıskançlığı bu kez yanındaki tanımadığı genç adama yönelir,
“… bağışlayın delikanlı, gene… Nasıl söyleyeyim, bilmiyorum… Onun aşığı olmadığınıza bir kez daha yemin eder misiniz?
Öff! Yemin ederim!”
Öykü bu duygularla sürer. Genç adam yalnız kalmak için her yolu denese de kürklü adamın onu bırakmaya niyeti yoktur. Gururunu kurtarma, beklediği kadının karısı olmadığına karşısındakini inandırma peşindedir.
“Sizce her aldatılan koca boynuzlu mudur?
Yoksa evli misiniz? Hani Voznesenski Köprüsü’ndeydi kadının kocası? Niçin alındınız bu kadar?
Sanıyorum siz de sevgilisisiniz.
Bakın böyle konuşmayı sürdürecek olursanız sizin de boynuzlu olduğunuzu söylemek zorunda kalacağım! Anlıyorsunuz değil mi ne demek istediğimi?
Kürklü adam, üzerine kaynar su dökülmüş gibi geri sıçradı.
Yani onun kocası olduğumu mu söylemek istiyorsunuz?” dedi.
O gece anlaşılır ki evli adamın karısı Glafira, o apartmandaki dairelerden birinde başkasıyla birliktedir ve kadın aynı zamanda dışarıda bekleyen genç adamın da sevgilisidir.
Öykünün ikinci bölümü ise ertesi gün tiyatro binasında başlar.  İvan Andreiç hışımla girdiği salonda localara göz gezdirir, aradığı kadını bulur. Yanında, tanıdığı iki kadınla, gölgede kaldığı için göremediği bir de adam vardır. “Adam alçakça saklanıyordu yaverin arkasında, karanlığa çekilmişti.”.
Birinci perde bitmiş, İvan Andreiç müziği hiç duymamıştır bile. Onun kulaklarında bir fırtına uğultusu, yanında yöresinde korkunç çığlıklar vardır. Aldatılmışlık duygusu ile kıvranırken kafasına yukarıdaki locaların birinden “hoş kokulu” bir not kâğıdı düşer.  Elden ele gizlice aktarılabilecek denli küçük katlanmış ve ille de o locadan düştüğüne inandığı bir kâğıt. Yasak aşkın adeta kanıtı... Çünkü “Tutku öteki duygulara benzemez… oysa kıskançlık ondan daha baskındır.”
İvan Andreiç kâğıttaki notu ve adresi okur. Minik mektup bir randevu için yazılmıştır,  “ Suçüstü yakalamalı onu. Yılanı, başı küçükken ezmeli.” diye düşünür.
Öykünün ilerleyen kısımları ilginç birlikteliklere sahne olur. Mektuptaki adrese gider, bilmediği bir daireye “aldatılmış bir kocanın olanca haşmetiyle” dalar. Fakat akabinde eve gelen erkeğe yakalanmamak için, gördüğü ilk odaya kendini atar. Saklanabileceği tek yer yatağın altıdır.  Ancak kötü sürpriz! Orada bir erkek daha vardır. Ardından içeriye giren ev sahibi kadın ve erkeğin yatmalarıyla odada mahsur kalırlar. Öykünün büyük bölümü yatağın altındaki fısıltılı diyaloglarla, iki adamın çekişmeleriyle sürer. Zaman zaman seslerinin yükselmesiyle kadın yatağın altında birileri olduğunu anlar ve ortalığı velveleye verir. Mahsur adamlardan genç olanı punduna getirip kaçar, İvan Andreiç ise ortaya çıkarak ev sahibine yalvarmak zorunda kalır, “Bir yanlışlık oldu ekselans! …Bütün suç o kadında… aslında benim karım değil kuşkusuz, başkasının karısı… Evli değilim ben, bekârım… Arkadaşımın, çocukluk arkadaşımın ka…” sözleriyle savunur kendini. Karı kocayı hırsız olmadığına ikna için epeyce uğraştıktan sonra bunu başarır ve yorgun argın evine döndüğünde karısı Glafira’yı...
Hadi bırakalım da öykünün sonunu merak edenler, Dostoyevski’nin toplu öykülerinin olduğu kitaplardan ya da internetten eseri bulup okusunlar.
Yukarıdaki örnekler, Karamazov Kardeşler, Yeraltından Notlar, Ebedi Koca... Dostoyevski’nin kıskançlığı işlediği eserlerinden yalnızca birkaçı.

Kıskançlığın olmadığı bir yaşam düşünülebilir mi? Doğamıza ve tarihe baktığımızda pek mümkün değil gibi. Ancak duygunun şiddetle sonuçlanmasını önleyebiliriz.
Sağduyulu, özgüveni yüksek bireylerden oluşan insanlığa ulaşma dileği kulağa ütopik gelebilir. Biz çaba gösterelim, dilekte bulunalım, bakarsınız olur.

Kaynakça:
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (2011), Ölüler Evinden Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çeviren:Nihal Yalaza Taluy
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (2009), Öyküler, İletişim Yayınları, Çeviren: Ergin Altay

Hiç yorum yok: