Medyada Kadın

En güçlü iletişim araçlarından biri olan medya, toplumun kültürel ve sosyal yapısının oluşmasında ve değişmesinde çok etkilidir. Kullandığı teknoloji ve iletişim yöntemleriyle, çok büyük kitlelere ulaşır, toplumun değer yargılarını bireylere yayar ya da yeni değer yargılarının kabullenilmesini hızlandırır, kolaylaştırır.
Medya çogunlukla özel mülkiyete ait olup hakim sınıfların elindedir. Dolayısıyla kapitalist kurallara göre biçimlenir ve roller üstlenir. Günümüzde “kadın”, bu güçlü aracın en büyük sömürü malzemelerinden biridir. Gücü elinde tutanlar, bu imge ile nüfusun yarısını doğrudan hedef alırken, erkekleri ve çocukları da kadının aile içindeki konumu nedeniyle, dolaylı olarak hedef almış olurlar. Kadın, medyada, erdemi ile değil cinselliği ve tüketimin öznesi oluşuyla yer alır ki bu da kadınların toplumsal olarak kontrol altında tutulmaları gerektiği inancını pekiştirir.
İletişim dünyasında, kadınların erkelere oranla az istihdam ediliyor olması, erkek bakış açısıyla, erkeğe göre anlatılmaları, özerklikten uzak bir nesne olarak gösterilmeleri, kadına dair söylenen pek çok sözün cinsellik üzerinden verilmesi, sık sık şiddet haberlerine konu olması, mevcut cinsiyet ayrımcılığının sürekliliğini sağlamaktadır ve mevcut eşitsizlikleri yeniden üreterek güçlendirmektedir.
Gazetelerde ve televizyonlarda pek çok farklı biçemde yer alan kadın, ağırlıklı olarak “anne”lik vasfıyla öne çıkar, bunu “cinsel obje oluşu”, “eş oluşu”, “şiddete maruz kalışı”, “tüketici oluşu” izler. “Kutsal anne” olarak lanse edilen kadın, iki yüzlü kapitalist sistemde aynı zamanda giyim kuşam, diyet ürünleri, dondurma v.s. tüketim maddelerinin satışını körüklemek için kullanılan cinsel objenin de öznesidir.
Medya, ciddi olarak nitelenen haber, spor, tartışma programlarına kadınları konumlandırmayarak onların çocuk, ev, astroloji, moda, yemek yapmak gibi alanlara mahkum olması durumunu pekiştirir.
Kadın, zaman zaman, medya tarafından desteklenir görünse de gerçekte kadına yüklenen küçültücü rollerle, çoğunlukla cinsel bir nesne olarak algılanmasının yolu açılır. Örneğin reklâm sektörü, pek çok ürünün tanıtımında kadını “beden” olarak ele alır ve cinselliğine vurgu yapar. Reklâmlarda kadın, hijyene doymaz, ailesi için ‘en temiz’i yakalamaya çalışır, ağırlıklı olarak alıcısı erkek olan arabaların üstüne yatar ya da kapısında durarak erkeği içeriye çekmek için davetkar bakışlar atar, erkeğin elindeki çikolatayı alabilmek için dişiliğini kullanır, dondurmayı yalarken gözlerini kapatıp başka boyuta geçer vs.
Televizyon programlarında, kadın ihanete uğradığında, bunu sorgusuz kabullenen olarak sunulurken, erkeğin ihaneti de normalleştirilir. Kadın, yemek tarifleri, karıkoca sorunları gibi konuları içeren programlarla ev içi alana mahkum edilir, kamusal alandan soyutlanır. Evlilik programları gibi programlar aracılığıyla çok küçük yaştaki çocularının bilinç altına, gelecekte olmaları beklenen kadın ve erkek modelleri ekilir.
Bir diğer önemli konu da kadına uygulanan şiddetin medya aracılığıyla meşrulaştırılmasıdır. Kadın şiddeti hak eder, çünkü başlamasına sebep olacak davranışları mutlaka vardır. Kadına yönelik şiddet haberlerinde, cinsiyetçi bakış açısıyla, kadına şiddet meşrulaştırılır ve tepkisiz bireyler oluşturulur. Böylece, toplumsal cinsiyet eşitsizliği medyanın da gücüyle yeniden, yeniden üretilir. Erkek egemenliğinin sürekli işlendiği, pekiştirildiği medyada, kadın kişisel başarılarından ziyade, ailesinin başarısıyla, kendi kişisel yaşamının sansasyonel yanıyla ya da bedeniyle var olabilmektedir. Kurmaca programlar ve reklâmlarda genel görüntü böyleyken, haberlerde de durum pek farklı değldir. Kadınlar haberlere kimlikleriyle, başarılarıyla değil ağırlıklı olarak işledikleri suçlarla, bedenlerine yapılan saldırılarla ya da cinsellikleriyle konu olurlar.
Haberlerde sıkça kullanılan “namus cinayeti”, “töre cinayeti” gibi açıklamalar, şiddeti neredeye olumlar, bir anlamda doğallaştırır. Bunun gibi “Evini terkeden kadını, kocası dokuz yerinden bıçakladı”, “Tanımadığı bir adamla konuştuğu için karısını sokak ortasında dövdü” gibi cümlelerle, satır aralarında örf ve adetlere gönderme yapan yaklaşımlar da yine şiddeti körükleyen durumlardır. Şiddet uygulayanlar ise “tehlikeli kişi”, “canavar” olarak nitelenerek bireysel psikolojik nedenler öne çıkartılarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği konu dahi edilmez.

Yukarıdaki birkaç örnekte görüldüğü gibi, konuları, kavramları geniş kitlelere yayabilen, dönüştürebilen, onları yeniden üretebilen medyanın toplum üzerindeki etkisi büyüktür. Medya kuruluşlarının, toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna eğilmesi, bu konuda duyarlı olması, zaman içerisinde kamuoyu üzerinde beklenen etkiyi yapacaktır ve zihinlerdeki “kadın” algısının olumlu yönde değişmesine ciddi katkıda bulunacaktır.
Eğitimci Nevzat Süer Sezgin’in dediği gibi,“Unutmayınız ki medya bıçak gibidir. Ekmek de kesebilirsiniz, adam da öldürebilirsiniz.”


Nalan Yılmaz
Beşparmak Dergisi   Yıl: 22   Sayı: 162   Mart - Nisan 2011

Hiç yorum yok: