Dil ve Düş Ustası Bir Yazardan "Kaveko"
1957 yılında,
arkadaşı Engin Turanla birlikte hazırladığı “İnsanların
Ayak Sesleri” isimli öykü, şiir karışımı ortak kitap yayımlandığında, Dinçer
Sezgin henüz on sekiz yaşındaydı. Bu kitapla başlayan
edebiyat yaşamı boyunca şiir başta olmak üzere öykü, deneme, radyo tiyatrosu,
köşe yazıları ve çocuk öyküleri dalında pek çok esere imza attı.
Dinçer Sezgin, imgelere,
düşsel oyunlara sıklıkla yer veren, okuru şaşırtmayı seven ve kalemini cesurca
kullanan bir yazar. Bu nedenle onun eserlerini okurken, klasik bir öykücü
olmadığını anımsamak gerekir.
Öyküler ve
romanlar, gerçek hayata yaklaştığı, okuru yakaladığı ve edebi dil kaygısını ön
planda tuttuğu oranda başarılı oluyor. Kaveko kitabı, bu açıdan incelendiğinde
edebi tadı yüksek, “insan ilişkilerinin, kırılmaların, aşkın, cinselliğin”
yoğun olarak işlendiği, temposu, coşkusu yüksek bir kitap.
Merak unsuru,
betimleme ve atmosfer yaratma, öykülerinin en belirgin özellikleri. Yazar, tüm
öykü kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da sohbet edercesine, telaşsız, tane
tane anlatıyor. O anlattıkça, metin okuru içine çekiyor. Anlatımın sadeliği,
dildeki akıcılık, şiirsellik, imgelerin kullanımı öykülerden alınan tadı
çoğaltıyor.
“Gözlerindeki yuvalara kırlangıçlar, bir
konup bir kalkıyor. Kirpiklerinin ucunda seher yelleri.” (S.14)
“Mustafa Usta, gözlerindeki bahar yelinin
birazını oğluna doğru estirdi. Sabah tazeliğindeki ıslığını kesti.” (S.31)
“O an Burcu’nun gözlerinden bir güvercin
bulutu havalandı ve asteğmenin gözlerine doğru uçmaya başladı.” (S.65)
“ biçiminde dizilmiş masaların
ayaklarına denizin mavisinden bir şeyler bulaşmalıydı.” (S.103)
Kitabın ilk
öyküsü “Kaveko”da, baba-oğul arasındaki sevgi ve güven ilişkisi yoksulluk
ekseninde işlenirken, bir genç kızın cinselliği keşfetme uğruna küçük bir
çocuğa uyguladığı cinsel istismar, kızın cinsel dürtüleri ve meraklarıyla
birlikte anlatılır. Öyküde ayrıca, ağalık sistemi, bu sistemde bireylerin öğrenilmiş/öğretilmiş
çaresizlikleri, yoksunlukları, hüzünleri, acıları gerçekçi ve etkileyici bir dille
verilir.
2009 Homeros Dil
Ödülü’nün sahibi Dinçer Sezgin, dil bilinci yüksek bir yazar. Her fırsatta zengin
sözcük dağarcığını okura sunuyor, az duyulmuş ya da bilinmeyen kelimeleri özenle
kullanıyor. Raspa (S.15), cin cin böcekleri (S.22), delgeç (S.15), yepişlemek
(S.33), takaç (S.13), kaçaburuk (S.15) bunlardan birkaçı.
Yazar, kurguda
ve atmosfer yaratmada usta. Bazı öykülerinde yarattığı atmosfer öylesine güçlü
ki okur olarak siz de hızla öyküye dahil oluyorsunuz. “Düş Kıyısında Beklemek”
öyküsünü okurken anlatıcının beklediği kadını, onunla birlikte bekliyor, “Fesleğen
Yaprağına Bırakılan Sözcükler”deki kadın bedeninden yükselen viyolenselin
sesini duyuyorsunuz. “Güvercin Fırtınası”ndaki konuşan güvercin, anlatıcının
yüreğine doğru kanat çırparken, aşk haberi taşıyan bir kuşun da sizin
yüreğinize ne zaman uçacağını düşünmeye başlıyorsunuz.
“... İki karış havalandı. Masanın üstünde
birkaç tur attı. Gelip yerine kondu. ‘Aç gözlerini’ dedi, açtım. ‘İyice aç’
dedi. İyice açtım. ‘Bak’ dedi, ‘Bu sorunun yanıtınıtı ben de arıyordum. Haydi o
yanıtı birlikte arayalım.’
“Sözlerini bitirir bitirmez sanki bir ışık
oldu, gözlerimden içime süzüldü ve inanılmaz bir hızla, yüreğime doğru uçmaya başladı.”(S.69)
“Düş Kıyısında Beklemek” zamanın kadına,
kadının zamana dönüştüğü fantastik ögelerin kullanıldığı bir öykü. Sevdiği
kadını özlemle bekleyen bir adamın iç dünyasının anlatıldığı öyküde, kadının
gelmesine yirmi dört saat vardır. Adam, bu uzun süreyi tek başına geçirmeyi
göze alamaz, bekleneni, beklenenle birlikte beklemeye karar verir. Öykünün sahip
olduğu atmosfer öylesine düşseldir ki anlatıcıyla birlikte aynı kadını
beklemeye başlarsınız.
“O katlanacağı bu zaman içinde hem yanında
olmalıydı, birlikte beklemeliydiler, hem de yine geleceği saate kadar, geleceği
yerde olmalı işlerini düzene koyup yarın gelmeliydi.” (S.72)
“Beklemeyi de bölüşmek istiyordu canı. Hem
de bekleneni beklenenle birlikte beklemeyi” (S.72)
“Gel seni birlikte bekleyelim.” (S.73)
“Kalemimin ucunda bekleye bekleye, senin de
uykun gelmiş doğal olarak” (S.79)
Ustaca kaleme alınmış öykünün
dikkat çeken özelliklerinden biri de sevişmenin yalın bir yumuşaklıkla anlatılması.
“Sert mi basmıştım toprağına? Hafifçe
inlemiştin.” (S.77)
Pek çok öyküde
kadınla erkeğin birbirlerine yakınlaşmaları, uzaklaşmaları ya da savaşları
işlenmiş olmakla birlikte, “Fesleğen Yaprağına Bırakılan Sözcükler” öyküsündeki
düşsel anlatımla öykü farklılaşıyor. İnsana ilişkin tahlillerle, insan olmanın
tüm zayıflıkları ve bu zayıflıkların farkında olan kişinin savunma planları
ustaca işlenmiş. Öyküdeki kadının bedeninden yayılan viyolonsel sesi, farklı
kurguyla birleşince okur da düşle gerçek arasında bir yerlerde dolaşıyor. Metinler,
okuyucuyu öyle farklı bir mekâna ve zamana çekiyor ki bir uyaranla öykü dışına
çıkacak olsanız bile, o büyülü ortamı yeniden yakalama isteğinizle metne kısa
zamanda geri dönüşünüz kaçınılmaz oluyor.
Yazarın, öykülerinin
sonunda büyük sözler etmek gibi bir derdi yok. Son derece sakin, yumuşak
bitiriyor ama bittiğinde de aklınızın ucuna ya da yüreğinizin bir köşesine ufak
bir hüzün bırakıyor. Yirmi günlüğüne İzmir’e gelen, sevdiği kızı İzmir’deki
Asansör’ün önünde on dokuz gün bekleyen ve nöbetini sadece bir gün aksatan gencin
anlatıldığı “Asansör” öyküsü şu sözlerle biter, “İçimde bir soru kaldı; acaba gitmediğim gün oradan geçmiş miydi Maral?”
(S.63) Yaşadığı aşkın büyüklüğü ve çaresizliği karşısında bu öyle can alıcı bir
sorudur ki öykü bittikten sonra yanıtına duyduğunuz merak içinizde kalır.
Bir söyleşisinde: “‘Benim
anayasam aşk’ sözü, benim insanlarla iletişim kurmamı kolaylaştırıyor;
insanlara değer vermemde ölçü oluyor. Kendi kendimin farkına varmama yardımcı
oluyor. Belki bunun için alçak gönüllüyüm.” diyen yazar kitap boyunca, içinize nasıl
bakacağınızın ipuçlarını verir, size bir pencere açar ve kitap bittiğinde, o
penceden bir güvercin yüreğinize doğru kanatlanır.
Kaveko / Dinçer Sezgin
Papirus Yayınları – 2004 / 111
Sayfa
Nalan Yılmaz
Ocak 2011
Laciver Dergisinde Yayımlandı