KÖR BAYKUŞ

Gölgesi İçin Yazan Adam


Farsça yazılmış ilk roman (Bûf-e Kûr) Kör Baykuş’un satışı İran’da yasaklanmış ancak yasaklama, devletten değil yazarından gelmiş. Sadık Hidayet, eserinin başına gelecekleri tahmin ederek kitabın üstüne “İran’da satışı yasaktır,” cümlesini yazmış. El yazması elli kitap, kapağında yazarın kendi çizdiği resimle ilk önce Hindistan’da okurla buluşmuş.



İntihar, ölüm düşüncelerinin sıklıkla tekrarlandığı, dünyanın “aşağılık” olarak nitelendiği eser son derece zor kurguya sahip olup insan ruhunda derin yaralar açacak türde cinsel arzular ve eylemlerle harmanlanmış. Afyon etkisi altındaki anlatıcının karmaşık ruh hali, zaman zaman okuma eylemini durdurarak geri okumaları zorunlu kılıyor.
Başta İran kültürü olmak üzere, yazarın atıfta bulunduğu kültürleri bilmek, okuma sürecinde id-ego-super ego gibi kavramlarla metne psikanalitik açıdan yaklaşmak, kimi göstergeleri, insanlığın kolektif bilinçaltının parçası olan arketipler üzerinden okumak, kitabı daha iyi anlamak ve alt metinlerini yakalamak için seçilecek okuma biçimleri denebilir. Bu karanlık eseri inceleyen iki de kitap yazılmış. Merak edenler Rıza Beraheni, Haşim Hüsrevşahi ve Saba Kırer’in inceleme yazılarından oluşan “Yazarın Gölgesi” ve Oğuz Demiralp’in “Kör Okur” kitaplarını okuyabilir.  Tabi bunlara Sadık Hidayet’in yaşam öyküsü de eklenmeli ki okuma düzlemi tamamlansın.
Beynimizin, atalarımızdan kalma kodları diye tanımlayabileceğimiz ‘Kollektif Bilinçaltı’nı işaret eden arketiplerin sayısı çok fazla. Bunlardan anima, animus ve gölge arketiplerinin eserin temelini oluşturduğu söylenebilir. Yazarın, “Fakat ben gölgem için yazıyorum, gaz lambasının duvara yansıttığı gölgem için. Kendimi ona tanıtmalıyım,” (s-16) diyerek öne çıkardığı gölge arketipi, insanlığın ilk döneminden kalan hayvansal içgüdülerimizi ve öfkelerimizi ifade eder. Günah yüklü yanımız olup ürkütücüdür ve toplumun onaylamadığı her türlü eylemi, karanlık, kötü düşünceleri içerir. Jung’a göre kendini tanımak için iç yolculuğuna çıkan kişi, gölgesi ile karşı karşıya gelmek durumundadır. Ancak böylece, bastırdığı gizli kalmış yanlarını öğrenebilir.
“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar," (s-15) cümlesiyle başlayan anlatıcı afyon bağımlısıdır, toplum içindeki ayrıksılığının farkındadır, tarifi imkânsız iç sıkıntıları vardır, “Kimseye anlatılmaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar,” (s-15). Ona göre derdinin devası yoktur. Zehir diye nitelediği acılara ancak afyonun sahte uykusuyla dayanabilmektedir. “Acaba bir gün bu metafizik olguların, ruhtaki bu kendinden geçme halinde ve uykuyla uyanıklık arasında beliren gölgeler yansımasının sırrı anlaşılacak mı? …başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var… ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun nedeni kendimi gölgeme tanıtmak isteğimdir, (s-15) der.

İkizlik, akrabalar arası cinsel ilişkiler/anneye duyulan cinsel istek (ensest) ve ardından gelen yıkıcı/yakıcı suçluluk duygusu, meşru olmayan yollardan dünyaya gelme, ölü seviciliği (nekrofili), kadına duyulan nefret, küçük yaştaki erkek çocuğuna duyulan cinsel istek (pedofili) eserde öne çıkan kavramlar ve ruh halleri. Konular döngüsel anlatım içinde, zamandan, mekândan bağımsız, sanrılar hezeyanlar, düşler eşliğinde verilir. Dil ve anlatım özellikleri bakımından üst seviyeyi yakalamış olan eserde yazar, hiçbir şey için okura netlik sunmaz. Karşımızda gerçek anlamda yaratıcı yazar vardır ve metni anlamlandırmak için okur da yaratıcı olmak zorundadır. Elbette her edebi metin az ya da çok okurun katılımını zorunlu kılar ancak Kör Baykuş, sözcüklerin gözle takip edilmesinin çok ötesinde olup farklı okuma biçimlerine yönelmeyi kaçınılmaz kılar.
Eserde pek çok karakter var fakat bunların kimi özellikleri birinden diğerine geçirilerek sanrılara, hayallere yaslanan bir anlatım yakalanmış. Örneğin anlatıcının kalemdânın üstüne resmettiği genç kız, mutfak penceresinden gördüğü kız, karısı, karısının küçük kardeşi, yatağında ölen kadın, hepsi de sol elinin işaret parmağını emer. Sarı abayı hem kendi giyer hem kahpe diye bahsettiği karısının babası yani kendi amcası giyer. Baba ve amca figürleri ikizdir, biri ölmüştür ancak hayatta kalanın kim olduğu belli değildir ve onlardan biri anlatıcının babasıdır. Kitap boyunca duyduğumuz “insanın tüylerini diken diken eden kahkaha” da yine kişiden kişiye aktarılan gezici başka özelliktir. Dere kenarındaki yaşlı adam, cenaze arabasının sürücüsü ve anlatıcı da aynı berbat kahkahayla güler. Yazar, nesne ya da bazı özellikleri kişiden kişiye aktararak, karakterleri büyük ustalıkla sarmal hale getirir. Afyon bağımlısı adamın zihnindeki labirentler, birbirine evrilen karakterler okumayı oldukça zora sakarken diğer yandan okuru, anlatıcının zihin yapısını kavramaya zorlar.
Eserde kadın, genellikle şehvet doludur, edilgendir, konuşmaz, zehirlenerek ya da bıçaklanarak öldürülür. Bazen bedeni parçalara bölünüp ceset olarak bir bavula konur. Bazen de öldükten sonra bile erkeğin arzularını yerine getirmek için son kez gözlerini açar, kendini öldüren kişiye bakar. Böylece adam, onun gözlerindeki manayı zihnine kopyalar ve yapmakta olduğu resmi tamamlar. Bu sahneye dayanarak, kadının, ölümünden sonra bile itaatle kuşatılmış olduğunu söylemek mümkün. Kadınların edilgenliği yazarın “Perde Arkasındaki Bebek”[1] adlı öyküsünde de görülür. Metinde, kahramanın karşı cinse uzaklığı, platonik duyguları, cansız manken üzerinden anlatılır. Mehrdad, vitrinde gördüğü kadın mankeni, üstündeki kıyafetiyle satın alır ve “biri kocaman tabuta benzeyen üç bavulla” Tahran’a gider. Onu, cansızlığı nedeniyle sevmiştir ve sevdiği kadın çoktan tabutun içinde yerini almıştır (sonsuz edilgenlik).
Kör Baykuş’ta anlatıcının tanrıya ve dine dair düşünceleri oldukça ilginçtir. “Tanrı gerçekten var mı, yoksa kutsal imtiyazlarının korunmasını gözeten bu yeryüzü güçlüleri tarafından, vatandaşlarını daha da rahat sömürebilmek için, kendi tasarılarına göre mi yaratılmıştır… Ölümün karşısında mezhebin, imanın, itikadın ne kadar gevşek ve çocukça olduğunu hissediyordum… Bana öğrettikleri dualar, ölüm korkusu karşısında etkisizdiler,” (s-58).
Eser ağırlıklı olarak anlatıcının “kahpe” olarak tanımladığı karısının etrafında döner. Adam, hayatı boyunca onunla bir kez birlikte olmuştur. Ardından zorunlu olarak evlenirler ama sonrasında kadın onunla cinselliğe yanaşmaz fakat başkalarıyla birlikte olmaktan da geri durmaz. Oysa kocası ona sahip olmak arzusuyla kıvranır. “Fakat bilmek isterdim, kendisi için öldüğümü bilmiyor muydu?” (s-69). Kösnül duygulara öylesine kapılır ki karısına çok benzeyen, onun yaşı küçük erkek kardeşini kucağına alır, sıkıca sarılır… “Karımınkine benzeyen bu küçük ağzı öptüm.”
Kitaba gölgesiyle başlayan yazar bitirirken de yine gölgesine döner. Sanki ihtiyar hurdacı, kasap, dadım ve o kahpe karım, benim gölgelerimdiler, ben bu gölgelerin içine hapsedilmiştim. Bir baykuşa benziyordum ama iniltilerim boğazımda takılıp kalıyordu ve ben pıhtılaşmış kan olarak tükürüyordum onları... Duvardaki gölgem tıpkı bir baykuş gölgesiydi ve iki büklüm eğilmiş, yazdıklarımı dikkatle okuyordu,” (s-76). Kendisini tanımak ve gölgesine de tanıtmak için yazmaya koyulan anlatıcı, düşman gördüğü kişilerin hepsini gölgesinde barındırmaktadır. Duvardan eğilerek yazdıklarını okuyan gölgesi (yani kendisi) ise bilgelik sembolü olan baykuşa benzemektedir. Bu durumda, kendini tanıma diğer değişle tekâmül isteğinin gerçekleştiğini, karanlık yönleriyle, hayvansal içgüdüleriyle ve günahlarıyla yüzleştiğini düşünebiliriz. Varılacak sonuçlardan biri böyle olabileceği gibi elbette Kör Baykuş’un, farklı okumalarla, her okurun zihninde değişik renklere bürünebilecek derinliğe sahip olduğu unutulmamalı.
Kurmaca metinlerde yazar, metnin dışındaki dünyaya aitken anlatıcı metnin bir parçasıdır. Yani yazarla yapıtlarının örtüşmesine az rastlanır. İsteyerek yaşamını sonlandıran yazarın başka eserlerinde de intihar konusunu işlediği bilinmekte. İlk öyküsü Diri Gömülen’de kahraman, “Bir hafta oluyor, kendimi ölüme hazırlıyorum. Yazdıklarımın hepsini yok ettim. Kirli çamaşırlarımı attım. Yeni iç çamaşırlarımı giydim. Beni bulduklarında şık olmalıyım,”[2] der. Sadık Hidayet de 9 Nisan 1951’de Paris’teki dairesinde havagazı musluklarını açmadan önce yayımlanmamış yazılarını yırtıp atmış, tıraş olmuş, şık giyinmiş ve ilk öyküsündeki intihara benzer biçimde yaşamına son vermiştir.
Modern İran Edebiyatı’nın öncüsü Sadık Hidayet’in, yaşamdan koparak gözlerini dış dünyaya kapamış ve içine dönerek ‘ben’i alabildiğine gözetleyen Kör Baykuş’u her yönüyle okunmaya değer bir kitap. İnanıyorum ki bu eseri çözümleyenler yazarın başka ürünlerine yönelecektir.

Sadık Hidayet
Kör Baykuş
Yapı Kredi Yayınları 23. baskı
88 Sayfa



[1] Yazarın Gölgesi, “Sadık Hidayet: Ölüm, Kadın ve Kör Baykuş’un Yeniden Yazılışı”, Rıza Beraheni- Haşim Hüsrevşahi- Saba Kırer, İnceleme, Kavis Kitap / (Perde Arkasındaki Bebek, s-13)

[2]  (Her Sanat Eseri Gerçekleşmemiş bir Suçtur, Saba Kırer, s-140)

Hiç yorum yok: