GEORGE
SAND
Öncü Bir Kadın
Aykırı Portreler’in bu
sayısının konuğu, “Günün birinde dünya
beni tanıyacak ve anlayacak. Öyle bir gün gelmese bile benim için pek önemi
yok. Ben başka kadınların önünü açmış olacağım,” diyecek kadar kendinden
emin bir kadın yazar, George Sand.
Tarihte pantolonu ilk
giyen kadın kimdir bilinmez ancak Sand rahat giyim tarzının öncülerinden. Erkek
giysilerinin ekonomik olması, her ortamda rahatlık sunması, ata yan değil de
erkekler gibi binme olanağı vermesi gibi nedenlerle günlük yaşamında erkekler
gibi pantolon, şapka, ceket giymeyi tercih etti. Bununla da kalmadı, o yıllarda
bir kadının sigara içmesi tepkiyle karşılanırken açık alanlarda dahi sigara
içmekten çekinmedi.
Amantine-Aurore-Lucile
Dupin / Barones Dudevant / George Sand. Bu isimler ona ait. Ailesi ona Aurore
diye hitap ederken yazma eyleminden sonra çevresi onu almış olduğu takma isimle
(George) çağırmaya başladı.
1 Temmuz 1804’de
Fransa’da doğdu. Babasının soyu krallara, askerlere dayanırken annesi alt
tabakaya mensup, küçük rollerde tiyatroda oynayan, bağımsızlığına düşkün bir
kadındı. Bu birbirine zıt sosyoekonomik kökler onun gelişiminde önemli rol
oynadı.
Kadının
edebiyattaki yolu her zaman zorluklarla, engellerle dolu oldu. Bin sekiz yüzlü
yıllarda kadınsanız ve yazdıklarınız beğenilmezse en ağır eleştirilere,
alaylara hazırlıklı olmak durumundaydınız. Eğer yazdıklarınız kötü değil de sanatçıların,
toplumun dikkatini çekmişse bu kez eserin aslında başkası tarafından yazılmış
olduğu iddiasıyla karşı karşıya kalabilirdiniz. İşte bu koşullar onu yazın dünyasına erkek
adıyla atılmaya zorladı. Aynı durumu
Türk edebiyatında da görürüz. Örneğin
Fatma Aliye Hanım, Fransızca’dan tercüme ettiği Meram adlı romanı, "Bir
Kadın" imzasıyla yayımlamış, Suat Derviş ise kendi adı Hatice Saadet
Baraner’i yazın dünyasında kullanmamıştır.
Sand, dört yaşında
babasını kaybetti. Hemen ardından annesinden uzaklaştırılarak bir anlamda onu
da kaybetmiş oldu. Bir opera şarkıcısının kızı olmasına karşın Ancien Regime (Eski Rejim) aristokratı gibi yaşayan ve
torununu da kendi yöntemlerine göre yetiştirmeyi kafasına koyan büyükanne, oğlunun
ölümünün ardından geliniyle resmi bir sözleşme yaptı, kendince onun, “üçüncü
sınıf” birey olarak yetiştirilmesine engel olmak istedi. Yapılan sözleşme
gereği anne, kızının eğitimini olduğu gibi büyükanneye bıraktı. Tam da bu
noktada, sözleşmenin mantığını anlayabilmek için, Sand’ın anne babasının
tanışmaları, evlilikleri ve kayınvalidenin bu beraberliğe bakışı hakkında biraz
ipucu vermek yerinde olacak. Bir kuş tüccarının kızı olan
Sophie-Antoniette-Victoire Delabord (George Sand’ın annesi) kendini soylular
sınıfında gören kayınvalide için hiç de uygun bir gelin adayı değildir, halktan bir insandır, evlilik dışı bir kızı
(Caroline) vardır. Ancak genç subay olan oğlu Maurice Dupin, Sophie’i
sevmektedir ve ikili evlilik dışı bir oğula (Hippolyte Chatiron) sahiptir. Soylu anne ne yapsam nasıl etsem de oğlumu bu
kadından kurtarsam derken olanlar olur ve George Sand’ın doğmasına bir ay kala,
âşıklar resmen evlenirler. Evliliği
haber alan anne hemen Paris’e giderek engel olmaya çalışsa da geç kalmıştır.
Annesinden
ayrılmak zorunda bırakılan, onun yokluğuyla acı çeken Sand için yaşam oldukça
zordu. Buna ek olan bir de büyükannesinin bitmeyen kuralları vardı. Dik durmak,
eldiven takmak, sessiz olmak, mutfağa adım atmamak… Neden olduğunu anlayamadığı
pek çok şeyi yapmak ya da yapmamak zorundaydı. Kendisi yıllar sonra yazdığı
anılarında büyükannesiyle ilgili şu yorumu yapıyordu, “Bir duruş kazanmam istendiğinden bana pek de çocuk gibi davranmıyor ve
annemin ısrarla baskı altına almaktan kaçındığı doğamı geri dönüşsüz biçimde yitirmemi
istiyordu.” Oysa henüz yedi yaşındaydı! Duyguları, enerjisi ise şu
satırlarda yazdığı gibiydi, “Dışarıda
havlayan bir köpek, bahçede öten bir kuş içimi kıpır kıpır ediyordu. Köpek ya
da kuşun yerinde olmak istiyordum.”
Sonunda Sand,
ona yetemediğini, yeterince disipline edemediğini düşünen büyükannesi
tarafından İngilizler Manastır’ına yollandı. Burada geçen yıllar ise gerçek bir
hapislikti. Ayda sadece iki kez dışarı çıkma izinleri vardı ve bir de noel gecesi
manastır dışında konaklama hakkına sahipti. Sand buradaki üç yılını şöyle
tanımlar, “İlk yıl, dönüşmeye başladığım
o korkunç çocuğun daha da beteri haldeydim. Zira bir tür umutsuzluk, en azından
duygularımla ilgili bir umutsuzluk kendimi yaramazlıklarla oyalamaya ve sarhoş
etmeye itiyordu beni. İkinci yıl, neredeyse ateşli ve saldırgan bir sofuya
dönüştüm. Üçüncü yıl, sakin, içe kapalı ve neşeli bir yürekten bağlılık
durumunu sürdürdüm… İşte manastırdaki
hayatımın özeti.”
Manastırdan
ayrıldıktan sonra karşısına çıkan Baron Casmire’in gösterdiği yakınlıktan
hoşnut olup onunla evlendiğinde henüz on sekiz yaşındaydı. Bu evlilikten bir oğlu bir de kızı oldu. Karı
kocanın beraberliği bir süre sonra sıradanlaşınca, yılın belli dönemlerini,
kızıyla birlikte Paris’te geçirmek için kocasından izin aldı. Kocası ona bir
miktar destekte bulunacaktı ancak o ev idaresi hakkında hiçbir şey bilmiyordu
ve sanatla kucaklaşmak isteyen yalnız kadınlar için Paris çok pahalı bir
şehirdi. Narin ayakkabılar başlı başına sorundu ya sürekli ayakkabı almak
gerekiyordu ya da ulaşım için at arabası kiralamak. Kabarık elbiselerle sokakta
dolaşmak, etek uçlarını kaldırarak yürümek ise özel bir çaba gerektiriyordu bu
kılıkla uzun mesafeler kat etmek olası değildi. Neyse ki Sand’ın örnek
alabileceği annesi vardı. Babasının, paralarının az olduğu dönemde karısına
erkek giysileriyle gezebileceği önerisinde bulunduğunu, bu şekilde çok ciddi
tasarruf yaptıklarını biliyordu. İlk iş
olarak kendine bir redingot, şapka, yelek, postal aldı ve dışarısı için bunları
kullanmaya başladı. Artık bir erkek gibi görünüyor, istediği saatte istediği
yere gidebiliyordu. Aradan yıllar geçtiğinde “Çocukluğum boyunca erkek kıyafetleri ile gezmiş olduğumdan, benim için
yeni bir durum olmayan bu eski kıyafetleri tekrar giymek beni şaşırtmadı,” diye
yazacaktı “Hayatımın Hikâyesi”
kitabına.
Giyim kuşam konusunda Sand oldukça
şanslıydı. Çok değil, yaklaşık on beş yirmi yıl sonra, Amerika’da, sokakta
pantolon giyme cesaretini göstermiş olan kadın hakları savunucusu Elizabeth
Smith Miller ise Sand kadar şanslı olamayacaktı. Çevresinden destek göremeyeceği
gibi kıyasıya eleştirilecekti.
Giysi
değişikliğiyle ciddi bir tasarruf sağlamıştı ancak kocasından gelen kısıtlı
para, ayakta durmasına yetmiyordu. Bunun üzerine karakalem ve suluboya resimler
yaptı, minik tahta eşyalar boyadı. Bunların
satışından kayda değer bir kazanç elde edemeyince bunlara ilaveten dikiş dikmeye
başladı. Ancak tüm bunlar geçimini sağlamaya yetmiyordu. Bunun üzerine bir süre
gazetelere çeşitli konularda yazılar yazdı. Gazetecilik sayesinde az kelimeyle
çok şey anlatmanın pratiklerini yapmış oldu. Ancak yazacaksam edebi metinler
yazmalıyım diye düşünüyordu ve yazmayla ilişkisini şu cümlelerle açıklıyordu. “Hızlı ve kolay yazıyordum. Uzun süre
yorulmadan yazmaya devam edebiliyordum. Beynimin içinde uyuşmuş halde duran
düşünceler, kalemi elime alır almaz uyanıyor ve bilinç akışıyla birbirine
zincirleniyordu…
Sonuç
olarak yapabileceğim küçük işler arasında edebiyat bana meslek olarak en çok
başarı, daha doğrusu ekmek parası vaat eden meslekti.”
(Bu cümle, o yıllardaki kitap satışları ve yazarlara ödenen telifler hakkında
bize iyi bir fikir veriyor)
Yazdığı ilk
metin “Evden Birinin Hayatı ve Ölümü”
adlı şiirdi. Şiire konu olan canlı ise çekmecede beslediği ocak çekirgesiydi.
Onu bir kaza sonucu pencere pervazında ezilmiş bulunca bir tatula (boru)
çiçeğine sardı, cansız bedenini uzun süre sakladı ve bu şiiri yazdı.
Uzak mesafelerin
de katkısıyla kocasıyla iletişimi iyice azalan Sand ile kendisine ilgi
gösteren, edebiyat aşığı genç Jules Sandeau arasında başlayan duygusal yakınlık
kısa zamanda aşka dönüştü ve Sand ilk eserini onunla ortaklaşa yazdı. Pembe ve
Beyaz (Rose et Blanche) isimli roman Jules Sand imzasıyla basıldı. Roman
oldukça ilgi gördü. Bunun verdiği heyecanla Sand, ilk romanı İndiana’yı tek
başına yazdı ve kitap bu sefer kendine uygun görmüş olduğu George Sand adıyla
basıldı. Zaman içerisinde, takma isim kullanmasını eleştirenlere yanıtı ise “Bana verdikleri ismi, daha sonra tek başıma
ve kendi kendime yarattım. Onu bir marka haline getirdim. Bir başkasının
emeğini sömürmedim. Hiç kimseden bir sayfa ya da bir satır almadım, çalmadım,”
oldu.
Sand’ın roman
yazmaktaki amacı her ne kadar geçim kaygısından olsa da o aynı zamanda kadının
ikinci sınıf varlık olarak görülmesinden rahatsızdı. Düşüncesine göre, birey olmak her kadının hakkıydı ve onlar da
erkeklere tanınan özgürlüklere sahip olmalıydı. İşte İndiana romanını bu
düşüncelerle kaleme aldı ve onu bir başkaldırı
romanı olarak niteledi.
İlk romanın
ardından Valentine isimli roman basıldı ve bu kitap çok dikkat çekti.
Eleştirmenler, gazeteler, kitaptan övgüyle bahsetti. Onlara göre yazar, insan
ruhunun derinliklerini böylesine güzel anlatabilmek için muhtemelen bir kadından
yardım almış olmalıydı (!)
Sand giyimi,
eserleriyle olduğu kadar aşklarıyla da çok konuşulan bir kadın oldu. Uzun
yıllar uzak yaadığı eşinden ayrıldıktan sonra hayatını etkileyen iki büyük aşk
yaşadı. Bunlardan biri Fransız edebiyatının önemli şairlerinden ve
yazarlarından Alfred de Musset diğeri Polonyalı piyanist, besteci Chopin’di.
Musset ile olan
aşkı, oldukça çalkantılı bir sürece sahipti. Her iki yazar da ayrıldıktan sonra
aşklarını kitaplarına konu ederek ölümsüzleştirdiler. Musset, tek romanı olan “Bir Zamane Çocuğu’nun İtirafları”nda, George
Sand ise “Therese ve Laurent” isimli kitabında birlikteliklerini
anlattılar.
Chopin’le olan
ilişkisi ise olumsuz düşünce ve duygularla başladı ve on yıl kadar sürdü. Erkek
gibi giyindiği, sigara içtiği için Chopin onun için, “Ne sevimsiz kadın bu Sand! Acaba hakikaten kadın mı? Şüphem var,” derken
Sand da onun için “Bu Mösyö Chopin
bir genç kız mıdır, nedir?” diye çevresine yakınmaktaydı. Ancak Franz
Liszt’in verdiği bir davette Sand’ın buzları çözüldü. Chopin’in o geceki piyano
konseri muhteşemdi ve o da çok etkilenmişti. Davetten ayrılırken onu,
Nohant’taki malikhanesine davet etti. Chopin, o gece bu davete nazikçe hayır
demiş olsa da daha sonra Nohant’a gitti ve ikili yedi yılı birlikte geçirdi. Bu
dönem, bestecinin en verimli yılları oldu.
Üretken, aykırı kadın
Sand’ı, Balzac edebiyatın en parlak örneklerinden sayarken, Baudelaire, “Tüylerim diken diken olmadan düşünemiyorum,
bu aptal yaratık hiçbir zaman sanatçı olamadı," dedi. Dostoyevski ise
onun ölümünün ardından, “George Sand Öldü
mü?” başlıklı makalesinde yazardan büyük övgülerle söz etti, “Gerorge Sand çağdaşlarımızdan biri, otuzlu
ve kırklı yılların gerçek bir idealistiydi. En karanlık ülküselliğe tutkun, en
gerçekleştirilemez arzularca işlenen güçlü, muhteşem ama yine de öylesine
hastalıklı yüzyılımızda, bu isim oradan, kutsal mucizeler ülkesinden gelip
bizde, ‘daima’ gelecek yoksunluğu içindeki Rusya’mızda onca düşünce, hülya,
güçlü, kutsal ve soylu coşku, onca hayati zihinsel faaliyet ve değerli inanç
uyandırmış olan o isimlerden biridir!”
On dokuzuncu yüzyıl Fransa’sının en ünlü kadın yazarı olan George Sand bin
sekiz yüz yetmiş altı yılında öldüğünde otuz yedi romana ve yirmi civarı oyuna
imza atmıştı. Bin sekiz yüz otuz yedide yazdığı"Mauprat" isimli romanı en önemli eseri olarak nitelenir.
Anılarının bir bölümünü ise “Hayatımın
Hikayesi” adlı kitabında topladı.
Kaynakça:
Zizek, S. (2009). Matrix: Ya da Sapkınlığın İki Yüzü. Bahadır Turan (Çev.). İstanbul: Encore.
SAND G. (2006). Hayatımın Hikâyesi. Birsel Uzma (Çev.). İstanbul. Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık Ltd. Şti.
GÜZEL E. (2006 ) Yüksek Lisans Tezi: George Sand’ın Indiana Adlı Romanında Kadın İmgesi. Ankara. Ankara Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı.
DOSTOYEVSKİ. (2013). George Sand Öldü mü?. Neslihan Özakıncı (Çev.). İstanbul. Kafekültür Yayıncılık.
BİTİK B. (2009 ). Yüksek Lisans Tezi: Okurunu Arayan Romanlar: 19.Yüzyıl Osmanlı-Türk Romanlarında Okur Profili. Ankara.
Kaynakça:
Zizek, S. (2009). Matrix: Ya da Sapkınlığın İki Yüzü. Bahadır Turan (Çev.). İstanbul: Encore.
SAND G. (2006). Hayatımın Hikâyesi. Birsel Uzma (Çev.). İstanbul. Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık Ltd. Şti.
GÜZEL E. (2006 ) Yüksek Lisans Tezi: George Sand’ın Indiana Adlı Romanında Kadın İmgesi. Ankara. Ankara Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı.
DOSTOYEVSKİ. (2013). George Sand Öldü mü?. Neslihan Özakıncı (Çev.). İstanbul. Kafekültür Yayıncılık.
BİTİK B. (2009 ). Yüksek Lisans Tezi: Okurunu Arayan Romanlar: 19.Yüzyıl Osmanlı-Türk Romanlarında Okur Profili. Ankara.
[1] Devrim öncesi Fransa’nın sosyal yapısı, “din
adamları”, “soylular”, “üçüncü sınıf” olarak belirlenmiştir ancak bu ayırım
sosyal bir tespit olmayıp hukuki olarak yapılmış ayırımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder