ADINI VENÜS’E YAZDIRAN KADIN
MİHRÎ HATUN
Türk edebiyatının ilk
kadın şairlerinden olan Mihrî Hatun, 15. yüzyılda Amasya’da yaşadı. Doğum ve
ölüm tarihi kaynaklara göre değişkenlik göstermekte olup Meydan Larousse’da
1460-1506 yılları arasında yaşadığı yazar.
Kadınların, birey olarak varlık
göstermeleri hemen her toplumda ve dönemde sancılı olmuş. Özellikle feodal
toplumlarda, siyasette, bilimde, sanatta, edebiyatta varlık göstermeleri kolay
değil. Geçmişte var olan kölelik kurumu, bugün yasal olarak kalkmış olsa da içerdiği
değer yargıları, kitlelere yaydığı algı, din olgusunu da arkasına alarak, örf ve
adetlerle nesiller boyu yeni kuşaklara taşınmış. “Erk”e sahip mevcut iktidarlar
sorunu elimine edecek çözümlere pek de yanaşmamış, baskıcı zihniyetler ne yazık
ki pek çok toplumun vazgeçilmezi olmuş. Bu nedenle kadınlar, “uzay çağı,
bilişim çağı” gibi kulağa hoş gelen kavramlarla adlandırılmış yüzyılımızda bile,
hala bağımsızlık mücadelesi vermek durumundadır. Sözü edilen sosyal ve
toplumsal gerçekler nedeniyle, kadın sanatçıları konuşurken ya da onların
şiirle olan ilişkisinden bahsederken kadının, o toplumdaki görünebilirliğine ve statülerine bakmak durumundayız. Mihrî
Hatun,
Zeynep Hatun ve onların izinden yürüyen diğer kadın şairlerimizin haklarını
ancak böyle teslim edebiliriz. Örneğin Zeynep Hatun, evlendikten sonra eşi şiir
yazmasını istemeyince o da zorunlu olarak kalemini bırakmış. Diğer bir
söyleyişle, şair çok sevdiği bir uğraştan el çektirilmiştir. Sennur Sezer, Türk
Safo’su Mihrî Hatun
kitabında bu konuda şunları yazar, “… Mihrî’nin Zeynep’e yazdığı mektubu, beklemediği biri,
Zeynep Hatun’un eşi Kadı İshak Fehmi Çelebi yanıtladı. Mektup mahkeme ilamı
katılığındaydı… Zeynep Hanımdan söz ediyordu mektubunda... Mihrî’nin kanını donduran satırlarla: ‘Zeynep Hanım ise ere
varıp, eri hükmünde olup şiirden ve rical işe münasebetten el çekmiştir…”(s.142). Bu
kısacık alıntı, zihni açık üretken bir kadının ataerkil düzen tarafından engellenerek
kolaylıkla kafes ardına kapatılabildiğini açık bir şekilde göstermekte. Ölene
kadar şiir yazmış / yazabilmiş Mihrî Hatun’un evlenmeyişine kim bilir, belki de
Kadı İshak Çelebi’nin mektubu sebep olmuştur.
Osmanlı’da kız çocukları için kuran
okumak, hatim indirmek eğitim için yeterli görülürdü. Günümüzde kadın şairlerin
ve sanatla uğraşan kadın sayısının erkeklere oranla azlığının sebepleri için
kültür tarihimize, gelenek göreneklerimize bakmak gerekir. O devirde mevcut
anlayışa karşı duran Kadı Belâyî mahlaslı şair Kadı Hasan Amasyevî yani Mihrî Hatun’un
babası, kızının sıradan eğitimle sınırlı kalmasını istemedi. Açık görüşlü, bir
aileye sahip Mihrî Hatun ilk eğitimlerini babasından
ve dedesinden aldı. Küçük yaşta Farsça, İslam tarihi, fıkıh, edebiyat gibi
konularda bilgi sahibi oldu. Amasya o yıllarda Osmanlı’nın kültür sanat
merkeziydi. Öğrenme aşkıyla tutuşan Mihrî Hatun için,
şehrin düşünsel altyapısı ve ailesinin açık görüşlü olması büyük şanstı. O da
eline geçen fırsatları değerlendirmeyi iyi bildi. Evliya Çelebi onun hakkında “Yetmiş cilt önemli kitabı okuyup bütün
bilginleri bilim ve fende aciz bırakmıştır” (Yetmiş cilt kitâb-ı muteberi
hıfzedüp cümle ulemayı mübahase-i ulüm ve fünunda aciz bırakmış,) diye yazmış
seyahatnamesinde.
Adı, kimine göre Fahrünissa kimine
göre Mihrünnisa’dır. Hakında oldukça az bilgi olmasının nedeni ise kadın şair
olması ve edebiyatımızda kadın şairlere ilişkin pek de fazla çalışma, araştırma
yapılmamış olması. Onu çağdaşlarından ayıran önemli özelliklerden biri Arapça
ya da Farsça değil Türkçe yazmasıydı. Eserlerinde sade ve açık bir dil kullandı. Mihrî Cesurdu, eserlerinde aşk temasını
korkusuzca kullandı. Günümüzde bile, her meslek grubundaki kadınlar cinsiyetçi
bakış açısıyla örselenirken, cinsiyetçi politikalarla yaşamın dışına itilmek
istenirken o, beş yüzyıl önce Osmanlı toplumunda varlığını şiirleriyle kabul
ettirdi, yazdığı kaside ve gazelleriyle sarayın dikkatini çekti. Genç yaşta Amasya’da
ün saldı, On dört yaş civarında, Bayezid II’nin annesi Gülbahar Sultan’a
yoldaşlık yapması, onunla söyleşmesi için musahip olarak saraya alındı. Bu
göreve atanmasında babasının şairliği, dedesinin Halveti Dergâhı Şeyhi Pir
İlyas olmasının da önemi büyüktü. Mihrî Hatun, ilk
gençlik yıllarında Sultan Beyazid II’nin meclisinde bulunmuş, onun padişah
olmasının ardından oğlu Şehzâde Ahmed Amasya valisi olmuş ve o da babasının
izinden giderek edebiyata, eğlenceye önem vermiştir. Mihrî Hatun ise
yazdığı hemen her şiiri ilk olarak yeni şehzadeyle paylaşmış böylece ona da
kısa zamanda kendini tanıtmıştır.
Bu sıra dışı kadının ölümünden beş
asır sonra, göz kamaştıran niteliklerine bir yenisi daha eklendi. Venüs
gezegenindeki bir kratere NASA tarafından onun adını verdi: Mihrî Hatun Krateri. Atmosferi olan, kütlesi,
büyüklüğü, yoğunluğu dünyamıza çok benzeyen, pek çok sanatçıya ilham kaynağı
olan Venüs ayrıca mitolojinin de en önemli kadın figürlerinden. Bu nedenle adı genellikle
kadınlarla birlikte anılmakta. Dünya kültürüne katkıda bulunmuş kadınların
adlarını Venüs gezegenindeki kraterlere veren NASA bizim edebiyatımızdan da iki
kişiyi onurlandırmış. Diğer isim ise Halide Edip Adıvar. (Adıvar Krateri)
Nasa’ın Mihrî Hatuna’a
gösterdiği ilgiyi ne yazık ki ülke olarak biz ona pek de gösterememişiz. Zeynep
Hatun’dan sonra divan edebiyatının ikinci kadın şairi olan Mihrî Hatun, divan’ı[1]
günümüze ulaşan ilk kadın şairimizdir ve
eserleri Rus Türkolog Elena Maştakova tarafından ortaya çıkartılarak ilk kez,
SSCB Bilim Akademisi Asya Halkları Enstitüsü’nce 1967 yılında Moskova’da
basılmıştır. Divan’ın ülkemizdeki basım tarihi ise 2007'dir.
Şiirlerinden hareketle yaklaşık kırk
beş yaşına kadar yaşadığı düşünülmekte. Felsefi ve edebi gelişimine büyük
katkısı olan Müeyyetzade Abdurrahman Çelebi’ye âşık olduğu rivayet edilir. Ancak
bu aşk hikâyesi başlamadan sonlanır. Fatih, oğlu Şehzade Bayezid’i uyuşturucuya
alıştırdığı gerekçesiyle Müeyyedzade Abdurrahman Çelebi için ölüm fermanı
çıkarır. Bunun haberini alan Şehzade Bayezid, çocukluk arkadaşını tebdili
kıyafetle önce Halep’e, sonra Şiraz’a yollar.
Bir diğer âşık olduğu kişi, divan
şiirinin kurucularından büyük şair Necati’dir. Onun şiirleri kalbinde çok özel
bir yerdedir ancak Necatî, Mihrî Hatun’un
duygularına ve ilgisine oldukça sinirlenir, ne aşkına ne de kendi şiirine duyulan
ilgiye karşılık verir.
Mihrî'de Necatî'ye
Beni azade iken aşka giriftar itdün / Göreyim sen de benim gibi giriftar olasun
Şimdi bir haldeyüz kim, ilenen düşmanına / Der ki, mihri gibi sen dahi siyeh-kar olasun
Necatî'den Mihrî'ye:
Ey benüm şi’rime nazire diyen / Çıkma rah-ı edepten eyle hazer
Dime kim işte vezn ü kafiyede / Şiirüm oldu necati’ye hem-sar
Harfi üç olmağ ile ikisünün / Bir midür filhakika ayb u hüner
Beni azade iken aşka giriftar itdün / Göreyim sen de benim gibi giriftar olasun
Şimdi bir haldeyüz kim, ilenen düşmanına / Der ki, mihri gibi sen dahi siyeh-kar olasun
Necatî'den Mihrî'ye:
Ey benüm şi’rime nazire diyen / Çıkma rah-ı edepten eyle hazer
Dime kim işte vezn ü kafiyede / Şiirüm oldu necati’ye hem-sar
Harfi üç olmağ ile ikisünün / Bir midür filhakika ayb u hüner
Ölçüye uymak için yaptığı uzatma ve
kısaltmalar Necati tarafından kıyasıya eleştirildi. Aldığı eleştiriler yazdığı
şiirlerle sınırlı değildi. Kadın şair olması, duygularını şiirlerine sansürsüz
aktarması her zaman eleştiri konusu oluyordu. Onun ise bu tür yaklaşımlara yanıtı
yine şiirleydi.
Çün nâkıs akl olur dirler nisâ / Her sözin mağrûr tutmaktır revâ
Lîk Mihrî dâinün zannı budur / Bu sözi dir ol ki kâmil usludur
Bir müennes yigdürür kim ehl ola / Bin müzekkerden ki ol nâ-ehl ola
Bir müennes yig ki zihni pâk ola / Bin müzekkerden ki bî- idrâk ola
(Kadınlar eksik akıllı olur onların her sözünü boş saymak
gerekir derler. Mihrî duacınızın zannı budur ki olgun kişiler şöyle derler:
Becerikli bir kadın beceriksiz bin erkekten, zihni açık bir kadın anlayışsız
bin erkekten iyidir.)
Büyük
Osmanlı Tarihi kitabını yazan tarihçi Joseph von Hammer, Mihrî Hatun’dan Türk
Sappho’su diye bahsetmiştir. Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi’nde onun için şunları
söyler: “Amasya’da doğmuş olan
güzel Mihrî, İskender’e aşkını azm ve teşhir etmiştir ki bu şaire,
Osmanlılar’ın Safo’sudur. Rumca’nın “Safo” kelimesi ile Arapça’nın “Safi”
kelimesi aynı köktendirler. Mihrî, hem güneş hem de parlak manasındadır. Çünkü
“Mihr”, aşk ve güneş manalarına gelir.”
Sappho’nun lezbiyen olması, Mihrî
Hatun’a da Türk Sappho’su yakıştırmasının yapılması, onun lezbiyen olup
olmadığı tartışmalarına yol açmış. Oysa ikisinin de eserleri incelendiğinde
tarzları farklı olsa da her iki kadının, şiirlerinde aynı izlekleri
kullandıkları görülmekte. Dolayısıyla, Sappho yakıştırmasının, dünya
görüşlerinin benzerliği bağlamında olduğunu söylemek daha gerçekçidir. Bu
konuda detay bilgi edinmek isteyenler, yazar Nazlı
Karabıyıkoğlu “İffetli Mihrî ile pervasız
Sappho: Bir eleştiri”[2]
adlı makalesini okuyabilirler.
On beşinci yüzyılda yaşamış bir kadın
olarak o dönemde şair kimliğini çevresine kabul ettirmekle kalmayıp dönemine
damgasını vuran, gelecek nesillere koca bir divan bırakan Mihrî Hatun’un şiirlerinden
bestelenmiş bir seçki Amasya Belediyesi tarafından “Mihrînağmeler” adıyla yayınlamıştır.
Divan’ında Tazarru’name adlı bir mesnevi, Şehzade Ahmed’e sunulmuş on bir
kaside, Sultan II. Bayezid’e sunulmuş bir kaside, bir tevhid ve iki yüz elli
gazel, sekiz murabba, müstezat, naat, münacaat, mev’ize, yedi müfred
bulunmaktadır. Ayrıca dini konulara dair manzum yazıları da vardır.
Yazının son sözleri Mihrî Hatun’dan
olsun.
Ey dost, aşk yolunda neler
çektiğimi
Bir gün aşka tutulunca bilirsin.
Bir gün aşka tutulunca bilirsin.
Kaynakça:
Sennur Sezer (2. Basım, 2005), Türk Safo’su Mihrî Hatun, Kapı
Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder