GİTME DE KONUŞALIM
Okur ve yazar basılı bir metinde buluşurlar ve yoldaşlıkları kitap boyunca sürer. Yazar, imgelerini belki de şaşırtmacalarını bir bir okurun karşısına çıkartacak okur da yazarın yazdıklarını anlama, anlamlandırma eylemine girişecek ve bu karşılıklı etkileşimle okuma denen eylem ortaya çıkacak. Dolayısıyla bir kitabı okuma, yazarla aynı düzlemde buluşma, sanıldığı kadar kolay değildir ancak başarıldığı takdirde çok keyiflidir.
Okur ve yazar basılı bir metinde buluşurlar ve yoldaşlıkları kitap boyunca sürer. Yazar, imgelerini belki de şaşırtmacalarını bir bir okurun karşısına çıkartacak okur da yazarın yazdıklarını anlama, anlamlandırma eylemine girişecek ve bu karşılıklı etkileşimle okuma denen eylem ortaya çıkacak. Dolayısıyla bir kitabı okuma, yazarla aynı düzlemde buluşma, sanıldığı kadar kolay değildir ancak başarıldığı takdirde çok keyiflidir.
“Gitme De Konuşalım” türü
anlatı olan bir kitap. Azime Akbaş Yazıcı’nın “NefesTen” ve “Denizler Geçti
Gökyüzümden” adlı kitaplarının ardından yayımlanan üçüncü kitabı ve kapak resmi
de kendisine ait. Bilindiği gibi anlatı, kurgusal olan ya da olmayan her tür
metni içerir. Nezih-Er Yayınları tarafından basılan kitap, vurucu, derinlikli
metinlerden oluşuyor. Bu metinler oldukça kısa fakat okurun anlamlandırma
süresi metinlerin kısalığıyla ters orantılı. Bu ters orantı, metinleri anlamak
zor olarak algılanmamalı aksine yazar son derece akılcı ve etkileyici
yöntemlerle ve edebi tatla sizi anlatısına bağlamayı başarıyor. Estetik
kaygının öncelenmiş ve popülerlik tuzağına düşülmemiş olması da kitabın diğer önemli
özellikleri.
Azime Akbaş Yazıcı’nın
eserlerinden bahsederken kurduğu dile değinmeden olmaz. Yazar, cümlelerin
yapısını önce bozuyor sonra onları kendince yeniden düzenliyor ve böylece kendi
dilini ve anlatısının atmosferini kuruyor. Bir yazarın kendine ait dil kurması,
çok emek isteyen bir uğraş olmakla birlikte o bunu başarıyor. Üstelik kendini
sürekli geliştirerek. Her yeni kitapla dilini sadeleştirerek. Tarihsel sırada
kitapları okunduğu takdirde, kaleminin uzun cümlelerden kısa cümlelere evrilmiş
olduğunu kolaylıkla görebiliriz.
İmge kullanımı, anlatım
zenginliğinin yanında yazara kendi labirentini kurma ve okuru oraya çekme
olanağı da sunmakta. Yazar olarak beklentisi
ise okurun o kelimelerle yolunu bulması ve onun iç dünyasını anlaması. “Haksız
yere çamur deli ediyor suyunu serçelerin. Uçup gitmeleri öldürmek için.” (s-8).
Bilindiği gibi dünyada
yazılmamış konu, duygu yok. Bir edebi metinde ne yazıldığı elbette ki önemli
ancak edebi değeri göz ardı etmeden, yazmanın farklı biçemlerini bulmak,
geliştirmek de günümüzde çok kafa yorulan konularından biri. İşte Azime Akbaş Yazıcı bu sorumluluğu
üstlenmiş, nasıl yazılması gerektiğine kafa yoran ve fark yaratmayı başaran
yazarlarımızdan.
Kedilere, çocuklara
olan sevgisi, ressamlığı, sorgulayıcı düşünce yapısı onu tarifleyen ögeler. Kimi
metinlerinde kâğıdı adeta bir tuval gibi kullanmış. Külrengi, ateşrengi, mor,
sarı, pembe, siyah, mavi, kırmızı, beyaz, yeşil sıklıkla kullandığı renkler.
Umudun rengi mavi, tam on dokuz kez kullanılmış. Her ne kadar yazar hüznü,
acıları ele alıyor olsa da bu kadar çok mavi kullanımında, umudunu
yitirmediğini ve bunu okura da aşılamaya çalıştığını düşünebiliriz. “Hadi çık gel çocuk. Kedini de getir olmaz
mı! /Avuçlarında bir mavi geçmişle çık gel… / Geniş zamanlardan çık gel. Bir
koku, eşsiz… yetmiyor. Sedef gözlü panzehirim ol yine gel. / Ama gel.” (s-68)
Maviler çeşit çeşit, kılıktan kılığa girmiş. Bakmışsınız sabah olmuş, gençlik
olmuş, duygu olmuş, yeri gelmiş susmuş sessiz olmuş.
Kediler de yirmi dört
kez tekrar edilmiş kitap boyunca. Onlar da çeşit çeşit. Şiire düşen sır dilli
kediler… Işıksız gecelerdeki kedi huzuru... kirpiklerine şarkı iliştirilmiş kediler,,, ya
da bir kediyle çoğul olmak…
Yazar,
çok kısa metinlerle zihinlerde büyük açılımlar yapıyor. O nedenle kitap yer yer
öykü tadında.
“Çıplak bir gecenin tavan arası valiziydik,
ağırdık.” (s-39),
“Hadi, kalk… Kendimize gidelim.” (s-41),
“Yarım
kediler prensim ol. Yarım söyle… gerisini anlar denizler. Söylemek istediklerin
lirik bir şiir yarısı… Gözünü boya aşkların, seviş kıyısında bahçelerin. Yarım.
/ Ah! Yarım elmam benim. Bu havada tam olsak ne fayda. / Bir yara… / O da
yarım. Gel tamamla.” (s-42),
“Dağılmış
bir çocuk daha ekledi cennetine kalbim. / Dokun ona. Bir tanesiydi bütün
çocuklar gibi annesinin. Sancısı eskiler bilir. Bir de inceden, mavimsi
çığlığıyla o periler. / Gittiler…” (s-24)
Günümüzde
yaşanan acıları, savaşları, ölümleri, nefretleri ve benzeri duyguları
bağırmadan usul usul, sezdirme yöntemiyle söylüyor Azime Akbaş Yazıcı. Kitaptaki
bazı satırlar, sizi bir yıl önceye ya da
otuz yıl önceye götürürken bazıları da bir anda yerelden uzaklaştırıp dünyanın benzer
acılarını çeken başka topraklarına götürebiliyor. “Çıplak ve yalan bahçenize yazık. Oyun hakkını elinden aldığınız çocuğa
yazık. Bu yüzden gün sayıyor aşklarınız. / Bir
kafiye uzaklığında çekiliyor Tanrı, zifir gölgenizden. Siz bir nehirden
geçerken öldünüz. Yalan ve talandınız. Aldandınız…”
(s-11)
İçinde yaşadığımız
dünya ne yazık ki sırtlanlarla dolu ve yazar da sayfa 13’de buna değinerek, “Hiçbir
esarete düşmeden sırtlan sürülerinden geçirmiştin cümlelerini.” diyor. İşte tıpkı bu cümlede yazdığı gibi o da
tüm duygularını, cümlelerine yükleyip sırtlan sürülerinden geçiriyor ve bu
noktada, edebiyatın ne kadar güçlü bir araç olduğunu, bizlere bir kez daha
gösteriyor. Edebiyat da zaten sırtlanlarla mücadele edenlerin kalemiyle gelişiyor,
değişiyor, çağa ayak uydurmuyor mu?
Son satırlar da
yazardan olsun:
“Gitme de konuşalım çocuk. Güzellikleri,
yağmurlu geceleri, aşkı ve inadı. İnancı konuşalım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder