KURT


Kutsal metinlerin, bankaların, kasaların, internet sitelerinin, bina girişlerinin, telefonların, televizyonların, bilgisayarların şifresi olduğuna göre insanların şifresi neden olmasın?  Örneğin benim şifremi, bilen tüm kapılarımı açamaz mı?  Şarkı, şekerleme,  değerli taş,  para, esrar, silah, paraşüt ya da ayarsız bir şiir… şifremin ne olduğu tüm ilişkilerimi belirlemez mi?  Lambaya püf de… Şifresi paraşüt olanla petrol olan bir olur mu?

Trenin dumanı tepesinde.  Parçalamak, yakıp yıkmak istercesine ilerliyor. Her engelde yeniden doğuyor. Kendine yeni tüneller açıyor.  Köprü yapıp üstünden geçiyor.  Hayvanlara bitkilere değil ama bağrında taşıdığı insana öfkeli. Zorunlu rotadan bıkkın.  İstediklerini yapamadıkça öfkelenip daha da dumanlı küfürler savuruyor.  Boynumu uzatıp yatıyorum raylara. Kim bilir şifrem belki bu raylardır. Tren gelir hoş gelir…

Boyunlarına taktıkları beşi bir yerdelerle beş vakti kendilerine şifre yapanlar, beş odalı evlerde beşerli sekse yumulanlar, beşgen yapılarda beş beş para sayanlar…  Onların da şifresi “penc”midir? Ki pençe de bu kelimeden türememiş midir?




Sen gittiğinde incecik bir ses duydum.  Kırt, kırt, kırt… Ses çok yakınımdaydı, soluğu yüzüme vuruyordu. Oturduğum koltuğun altından gelir gibiydi. Hemen koltuğu ters çevirdim. Durup kulak kesildim. Sustu. Sonra yine başladı. Bu kez perdeden gelir gibiydi. Hepsini indirdim kornişten, yığdım odanın ortasına.  Başladım dikişlerini sökmeye.

Raylar orta doğudan vagonlar dolusu insan taşıyor. İçlerinde serin sulara gömülecekler var.  Dayanıksız şişme botlara, kısa zamanda bozulacak motorlara elli kişi yerine yüz kişi binecekler. Patlak can yelekleri de cabası. Doğudan batıya, savaş dünyasından umut dünyasına yolculuk. Burada şifre, kafa başına “iki bin dolar”. Ölüme beş var. Azrail, ıssız bir kıyıda, simsar bir puştun gözlerinden bakıyor dünyaya.

Kemirme sesi devam ediyor. Nereden geldiğini hala bulamadım. Her cismi bölmeye, kesmeye, parçalamaya koyuldum. Sıra radyoya geldiğinde, kaldırıp camdan dışarı attım. Zaten ölü sayısından başka bir şey vermiyordu.  Ses parkelerden geliyor olabilir miydi?  Tek tek onları da söktüm. Boşuna. Yorgunluktan yere yığıldım. Kendimi dinlemeye başladım. O anda anladım ki ses artık dışımda değil, içimdeydi. Beni kemirmeye başlamıştı.  Suçluluk duygusu gibi.

Vicdan denen arsız yapışmaya görsün adamın yakasına. Anası, babası olmayan çocuklara ücretsiz verdiğim dersler beni kurtarmaz mı dedim.  İçimdeki kurt dudak büküp onlar sayılmaz dedi. Yerlerde sürünen yaralılar vardı, onlara yardım ettim dedim, güldü.

Aynada kendime baktım. Gözlerimin çevresi morarmıştı. Yüzüm bembeyazdı.  Dünya kan içindeydi. Televizyondan bir alkış koptu. Bir erkekle kadın daha evlenmeye razı edildi.  

Kurt içimi kemirmeye devam ederken şifremi sordu. Bilemedim. Işıklı bir prizma yardımcı olabilirdi. Peşine takıldım. Yoksul bir mahalleyi gösterdi bana. Ders verdiğim çocuklar çevremde. Zorluyorum zihnimi, şifrem sevgi mi?

Prizma bu kez saraya benzer bir yapı gösterdi. Çevresinde dans eden yüzlerce soytarıdan biri “korku”yu fısıldadı kulağıma, kahkahayla gülerek. Sabahsız geceler işte o zaman başladı.

Dudaklarım çatlak, kalbim kırıktı. Korkudan ödüm patlıyordu ve ben hala şifremin ne olduğunu bulamamıştım. Hayatım hızla gözümün önünden geçti. Korku yanına şüpheyi de çekti.

Anladım ki ben artık iflah olmam.
            İnsanın içine, kurt bir kere düşmeye görsün.          


Yazan: Nalan Yılmaz  

Hiç yorum yok: