Tene Değil Cana Değenlerin Romanı "ELENİKA"

Handan Gökçek, yeni romanı Elenika’da, yaşamaktan vazgeçen iki kişinin iç dünyasına götürüyor okurunu. Eleni, sevdiği adamı kaybetmiş ve ölümü dört gözle bekleyen seksen yaşlarında eski bir kantocu, Birgen ise şiddetli ağrılar çeken ve ölmek için inzivaya çekilmiş genç bir adam.
Yazar, eserde insan sevgisini ve ölümü öne çıkartarak, her iki kavramın da dönüştürücü gücünü başkahramanların üzerinde kullanıyor.

Tarih boyunca Türkler ve Rumlar, din, kültür farklılıkları nedeniyle bu topraklar üzerinde çeşitli sorunlar yaşamış olsa da ne yazık ki Rumlar için hiçbiri 6-7 Eylül olaylarındaki kadar acı ve tahrip edici olmamıştır. Kalemini, roman boyunca kamera gibi kullanarak, güçlü görsel anlatım yakalayan Gökçek, o günkü siyasal dalgalanmanın neden ve sonuçlarına detaylıca değinmemiş olsa da olayı roman düzlemine taşıyarak okura anımsatmayı görev bilmiş. Karakterlerinin çoğunu, azınlık kesim insanlarından seçerek yakın tarihimizin bu hazin dönemine ışık tutmuş. Bir önceki romanı Ah Mana Mu’da her türlü ayrımcılığa ve ötekileşmeye karşı duran Handan Gökçek’in, ilkeli duruşunu sürdürdüğünü görmek sevindirici.
Olumsuz siyasi atmosfer ve Eleni’yle Birgen’in tükenmiş yaşam enerjilerine karşın kitapta “insan sevgisi ve aşk” öne çıkan iki kavram. Okuma süresince okur, irili ufaklı pek çok sevgiye tanık oluyor. Toma’nın Eleni’ye olan sevgisi bir babanın kızına duyduğu sevgi gibi. Niko ve Eleni’nin gözleri birbirinden başkasını görmüyor. Stavros, seksenli yaşlarını süren Eleni’ye âşık olmayı sürdürüyor. Niko,’suna kavuşmak için ölümü özlemle bekleyen Eleni, çektiği onca acıya rağmen kalbinin bildik duygularla çarpmasına engel olamıyor ve hayatının son aşkını, kendisine âşık olan genç Birgen’de yakalıyor. Nazif ise Niko’yu öylesine umutsuzca seviyor ki mutlu olması için, onun Eleni ile birlikte kaçmasına yardım ediyor. Kıptı İbrahim, Muallim Ferit ve Hasan Efendi Eleni’den hep bir umut ışığı bekliyor.
Stavros, romanın, ayrımcılığa karşı duruş sembollerinden biri. “… onun adı Ayşe nine ya da Fatma teyze değil onun adı Eleni, gâvur ya hani. Üstüne bir de şarkıcı. Bin asır da geçse içinizdeki bu kin, bu önyargı geçmez sizin gibilerin.” diyerek savunur Eleni’yi, hakkında dedikodu üretip onu cadı olmakla suçlayan mahalle halkına karşı.  Dikkat çekici bir diğer karakter de Muallim Ferit’tir. Olaylar çıktığında, sağduyulu davranır, saldırganların önüne dikilerek pek çok Rum’un zarar görmesini engeller.
Cunda Adası’nda geçen romanda, kantocu Eleni’nin yaşamından kesitler geri dönüşlerle veriliyor. Ömrünün son günlerini kimseyle görüşmeden geçiren kadının tek arzusu, yıllar önce kaybettiği Niko’suna bir an önce kavuşmak.  Eleni, dünyadan gidişini hızlandırmak için alt katına taşınan Birgen’den yardım ister. “… yaşam ve ölüm. Tanrı’nın eteğinde oynayan iki çocuk… Benim yaşamımın en haylaz olanı, bıkmak nedir bilmiyor. Al bu bedeni benden çocuk. Yardım et bana… Müzik sussun, çiçekler düşsün toprağa… Yardım et…”  Oysa ölmek için yardım istediği Birgen de adaya aynı nedenle gelmiştir. O da gün geçtikçe artan ve onu ölüme daha çok yaklaştıran ağrılarından kurtulmak istemektedir. “Can ne kadar büyükmüş meğer… Hayat yakana yapışmadan önce, yani her şey kan-ter içinde değilken, herkes anlıyormuş bizi meğer. Anlamayan bizmişiz… Hani kırılan dal, parçalara ayrılan bulut, ‘sen’ diye adlandırdığımız ülke, bu ülkede yitip giden özgürlük… Şimdi o ülkeyi terk etme vakti. Şimdi ‘ben’e doğru uzanan uzun bir yolculuğa çıkma zamanı…” Birgen’in amacı, kendisini kimsenin tanımadığı adada yaşamını sonlandırmaktır. Yanında taşıdığı siyanürlü minik bir ilaç, tüm ağrılarını sonsuza kadar dindirebilecektir. “Masanın üzerindeki ağrı kesici şişesine takıldı gözleri. Şimdiye kadar şansı hep yaver gitmiş, iki hap kalmıştı içinde bir tanesi onu sonsuzluğa taşıyacak olan siyanürlü haptı. Şişeyi avucuna döktü, iki beyaz nokta, biri yaşam diğeri ölüm…”
Bir süre minik beyaz hapı ince, uzun parmakları arasında gezdirdi. Bir yudum su içti. İkinci yudum ölüm olabilirdi. Bu kadar kısa mesafede duruyordu işte son. Yaşam bir nefesse, ölüm bir yudumdu. Bütün dünya derin bir sessizliğin içine doğru gömüldü yeniden, sonra aniden üst kattan gelen tıkırtılar. Yukarıdaki kadın…
Eleni ölebilmek için Birgen’den sıklıkla yardım ister hatta kimi zaman ona yalvarır. Birgen, ölüm ilacını onun ilaç kutusuna bırakma konusunda kararsızlık çeker ve bu ikilem okurun kafasında romanın sonuna kadar önemli bir merak unsuru olarak kalır.
Eleni, gün geçtikçe yüreğine değen, ağrılarını azaltan kemanın sesini daha da umutla beklemeye başlar. Yaşlı bedeni, yıllardır evden dışarı adım atamazken, bahçedeki büyük ağacın altında kahvaltı yapmayı düşünecek kadar enerjiyle dolar. Birgen ise adının anlamı gibi “yalnız adam”dır ama yine de her gece, üst kattan gelecek baston tıkırtılarını umutla bekler.
Romanın bir diğer dikkat çeken özelliği de içinde barındırdığı müzik. Kıpti İbrahim’in üflediği neyle başlayan eser keman sesiyle sürer ve bu seslere baston tıkırtıları eşlik eder. Müzik, kimi zaman öylesine ön plandadır ki keman tüm sesleri bastırır ve dünyanın eski seslerine kavuşabilmesi için Birgen’in kemanı bırakması gerekir.

 “Sözde değil özde istiyorsan şayet tene değil cana değeceksin.” diyen Mevlana gibi romanın kahramanları da aralarındaki onca yaş farkına karşın birbirlerinin canına değmeyi başarırlar.  
Aşk, Toma’nın dediği gibi midir? İki türlü aşk vardır Elenikimu biri canını verir diğeri canını alır.”
Ölmeyi düşleyen bir kadını, ölmek üzere olan bir adam” hayata bağlayabilir mi? Birgen, elindeki siyanürlü tek ilacı, “Yalnız ölmeme izin vermeyeceksin değil mi?” diye yalvaran, âşık olduğu kadına içirir mi yoksa o ilacı kendisine mi saklar?
Siyanürlü ilaç, yanlışlıkla ona benzeyen diğer ilaçların arasına karışırsa ne olur?
Bu soruların yanıtlarını öğrenmek ve aşkın gücünü hissetmek istiyorsanız, akıcı anlatıma sahip olan, edebiyat tadı yüksek ‘Elenika’ sizleri bekliyor.

Handan Gökçek
Elenika
Roman / 167 Sayfa
Yakın Kitabevi Yayınları


Varlık Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi Ekim-2014

Hiç yorum yok: