Gönül Çatalcalı’nın
2006 yılında yayımlanan “Hiçbir Şeyin Beklentisi”, 2009 yılında yayımlanan
“Yedi Yeşil Fil” kitaplarının ardından çıkan son kitabı “Güvercin Beyazı” toplam
kırk öyküden oluşuyor.
Yazar,
kitabındaki “Okulev” başlıklı yazısıyla, şair Dinçer Sezgin ve eğitimci eşi Nevzat
Süer Sezgin’e destekleri için teşekkür ederek, günümüzde giderek azalan değerbilirliğin
güzel bir örneğini vermiş.
Önceki
ktaplarında olduğu gibi bu kitabında da çevresini dikkatle inceleyen, her şeyi
didikleyen Çatalcalı, kent insanını ya da yolu şehre düşmüş kırsal kesim
insanını ele alarak yaşamın pek çok alanına mercek tutmuş.
Metinlerde
işlenen konuların ortak paydası, insan olmanın, insanca yaşamanın zorluğu.
Derinlikli anlatım, karakterlerle aranızda köprü kurup sorgulamaya zemin
hazırlıyor. İnce işçilikle oluşturulmuş kahramanlar, yakınınızdaki komşunuz, mahallenizdeki
bakkalınız, bir arkadaşınız ya da şu anda sokağınızdan geçmekte olan atık kâğıt
toplayıcısı olabilir. Bir ‘göz’ olarak her şeye yukarıdan bakan yazar, bu tavrını
tüm kitap boyunca sürdürüyor. “Çatıdaki”
öyküsü bunun güzel bir örneği. Çatalcalı’nın gözlem gücüyle, olayların içine
kolayca girmek, Elâ, Rıza, Neriman, Ekrem, Fidan, Salih, Fulya ve diğerlerinin
peşine düşmek, hatta onlara dönüşmek çok kolay.
Kitabın,
üç cümlelik ilk öyküsü “Hokkabaz”, kapitalist
sistemde bireye yüklenen beklentilerin boyutunu gözler önüne sererken, diğer
yandan bizlerin de aynı algıyla kuşatılmışlığını gösteriyor. Güçsüze yaşama
şansının tanınmadığı bu yapıda, bireyin başarılı olması yetmez. Çok daha başarılı
olması beklenir. Yani, eskiden silindir şapkanızdan tavşan çıkartmanız yeterliyken
artık tavşandan şapka çıkartmanız istenir. Ne yazık ki pek çok insan tüketimin
bir nesnesi olarak bu çarkın içinde kaybolur gider.
İnsanoğlunun olaylar
karşısındaki çaresizliğine, küçük değişikliklerin büyük ve beklenmedik olaylara
yol açabileceğine vurgu yaparak, yaşamın planlanamayan yanına işaret eden “Kelebek Etkisi” isimli kısa öykü, Haldun
Taner’in, 1953 yılında yazmış olduğu “Şişhaneye Yağmur Yağıyordu” adlı uzun eserine
gönderme niteliğinde. Aynı konuyu işleyen biri uzun, diğeri çok kısa olan bu
metinler, öykünün anlatım olanaklarını görmek bakımından oldukça ilginç.
Yazar, kısa ve
vurucu anlatımlarla okurun zihninde geniş pencereler açmayı başarıyor. Yetiştirme
yurdunda defalarca tacize uğrayan, derdini kimselere açamayan Elâ, kendini
değersiz hissetmesini “Hangi çocuğa kirli ellerimle şeker uzatabilirim,
sokaklarda, parklarda?” cümlesiyle anlatır. Kimsesiz çocuklarımıza sıcak
barınak olması gereken yetiştirme yurtlarının ne yazık ki bilinen ama görülmek
ya da kabul edilmek istenmeyen bir yanına parmak basan “Saç Diplerimde Karıncalar” öyküsü, kafalarda sorular oluşturmakla kalmıyor,
olan biteni görmezden gelmiş, duyarlılığı az olan okurlara da sorumluluk yüklüyor.
“Güvercin
Beyazı”, toplum tarafından kabul edilmeyen pek çok “öteki”yi içermekte. Yazar,
onların insan yanlarını, sevgilerini, sevinçlerini, hüzünlerini ince ince
işlemiş. İtilip kakılmanın birey üzerindeki olumsuz etkilerinin ince ayrıntıları,
öyküler zorlanmadan aktarılmış. Örneğin, mahalleli tarafından ötekileştirilmiş Neriman
Hanım, kendisi gibi kabul görmeyen atık toplayıcısı Rıza’ya yardım elini
uzatır, evinden taşınırken Rıza’yı da beraberinde götürür. Böyle bir durumun
gerçek hayata uygunluğu tartışmalı olsa da büyülü öykü dünyasında, kimliksiz birinin,
nesne olmaktan çıkıp özne olduğunu görmek umut verici.
Kitabın diğer
yürekli kadını Fulya, öğretilmiş davranış biçimlerinin dışına çıkan bir
karakter. Yazar, kadının bedeni üzerinde, sadece kendisinin söz sahibi olacağı
mesajını vererek, alışılmış kadın algısını bozuyor. “Toni” öyküsü bu yönüyle diğer öykülerden oldukça farklı. Kadını
kimliksizleştirilmeye ve bedenini baskı altına alınmaya çalışan zihniyete karşı
duran bu ve bunun gibi metinlere günümüzde daha da çok ihtiyaç var. Edebiyatın
dönüştürücü gücünü arkasına alarak tüm yazarların ve özellikle kadınların,
baskıcı zihniyete dur diyecek yazılarının çoğalmasını dilerim.
İçinde
bulunduğumuz kapitalist sistemin dayatmaları karşısında, giderek kaybolan
insani değerlerimizin yerini ne yazık ki “iktidar ve para hırsı” almakta. “Savaş
alanında, bir objektifin arkasından bakarak, iki adım ötedeki ölümü izlemek ve
o anı en iyi şekilde görüntülemeye çalışmak, meslek aşkıyla açıklanabilir mi?
Savaş fotoğrafçılığı, acımasız düzenin en uç örneklerinden biri mi? Görüntü
avcılığı için yola çıkan bu cesur insanlar, kalplerini nerede bırakırlar?” gibi
sorular “Savaş Fotoğrafları”nı
okurken zihninize üşüşüyor.
Bir diğer ilgi çekici öyküde de mülkiyet
duygusu gelişmemiş bir halk konu ediliyor. Çingene olduğu sezdirmeyle verilen Salih,
aşkı için yerleşik düzene geçmeyi düşünse de büyük toplumsal farklar nedeniyle
bu düşünü gerçekleştiremiyor ve göçe devam kararı vermek zorunda kalıyor.
Öyküyü bitirdiğimizde, Çingene halkı için göç olgusunu olağanlaştırmış zihnimiz
farklı düşünmeye başlıyor.
Kısaca değinmeye
ve iletilerini aktarmaya çalıştığım öykülerin yanı sıra, insanlık suçu ‘işkence’,
düşünce suçu nedeniyle hapise giren birinin hücresinde bomboş, düşünmeksizin günlerini
tüketmek zorunda kalması, otoriter, totaliter rejimlerin yaratmaya çalıştığı ‘korku
toplumu’ gibi günümüz insanını doğrudan ilgilendiren pek çok konu da kitapta okurunu
bekliyor.
Türkçenin doğru
kullanımını önemseyen yazarın anlatımı akıcı, dili sade. Kitapta, canınızı
yakan öykülerle birlikte, mizah ögelerinin kullanıldığı güldüren, gülümseten
öyküler de var. Okudukça, acısıyla, tatlısıyla yaşamın pek çok noktasına değmiş
olacaksınız.
“Öykü geliyorum demez, çıkar gelir... İrili
ufaklı. Kimi zehir, kimi panzehir, kimi orta şekerli...” diyen Gönül
Çatalcalı’nın küçük anlardan büyük anlara evrilmiş güvercin beyazı öyküleri,
kitap bittiğinde içinizde kanat çırpmaya başlayacak.
Gönül Çatalcalı
Güvercin Beyazı
Öykü / 168 Sayfa
Pupa Yayınları-2011
Çini Kitap Edebiyat, Kültür-Sanat Dergisi Eylül-Ekim 2014 Sayı:26
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder