Buzzati’nin Tatar Çölü
isimli kitabı, ilk olarak Fransa’da basılmış daha sonra yirmi dile çevrilmiş
etkileyici bir durum romanı. Ağırlıklı olarak psikolojik öğelerin kullanıldığı
kitapta karakterler üzerinden topluma ve bireye yönelik verilen mesajlar, genel
olarak yaşamı sorgulattığı gibi okura da kendi yaşamını sorgulatmakta.
Çok katmanlı yazılmış
eserde yer alan surlar, tabyalar, nöbetçiler gerçekte sistem tarafından
kuşatılmış bireylerin iç dünyasının surlarını, tabyalarını, nöbetçilerini
sembolize etmekte. Kale ise özgür, bağımsız olabilmek için aşılması ya da yıkılması
gerekendir. Okur roman boyunca mekândan bireye, bireyden mekâna ulaşır.
Romanın kahramanı
Drogo, çevresiyle iletişimi fazla olmayan, içine kapanık özellikler sergileyen biridir.
Hem sosyal hem de duygusal yalnızlık içindedir. Drogo’nun ilk görev yeri
Bastiani Kalesi de benzer özelliklere sahiptir. Dış dünya ile iletişimi yok
gibidir, çölün kenarında tek başına durmaktadır. Yani Drogo ve kalenin
kaderleri aynıdır. Nasıl ki Bastiani Kalesi’ne ulaşacak yolları pek çok kişi
bilmiyorsa, Drogo’nun da iç dünyasına ulaşacak yolları bilen yoktur ya da başka
deyişle Drogo, içinde bulunduğu mutsuzluktan çıkacak, uzaklaşacak yolları bilememektedir.
Romanda, kahramanın yalnızlığı, sevgi yoksunluğu vurgulanırken, mekâna da aynı
vurgu yapılarak bu kavramlar daha görünür kılınmış.
Devletlerin ve
bireylerin silahlanmaya giderek daha çok yöneldikleri dünyamızda “askerlik”
kavramı fazlasıyla kutsanmakta. Dünyanın hemen her yerinde insanlar üzerinde
aynı duyguları harekete geçiren “asker”, “ordu”, “vatani görev” gibi kavramlar,
“Onurlu Erkek” olabilmenin ön koşullarından. Askerlik yapmış olmak, özellikle
de askerliği meslek olarak seçmek, kişiyi çok daha ayrıcalıklı ve değerli
kılmakta. Savaşta yaralanmak ve ölmek ise hem kişiye hem de ailesine çok daha
üst statü kazandırmakta ve ölen kişiyi şehitlik mertebesine yükseltmekte. İşte tüm
bu kavramlar ve sosyal güdülenmelerle donatılmış kale halkı savaşın çıkmasını
neredeyse özlemle beklerler.
Eserde, sistemin kendi
varlığını korumak için, yukarıda bahsedilen psikolojik etkileri kullanarak, insanları
özne olmaktan çıkarması, kendine hizmet edecek nesnelere dönüştürmesi etkili
biçimde anlatılmıştır. Romanda öne çıkan kavramlardan biri de “kader”. Drogo
sayfa altıda adeta değiştirilemeyecek bir şeylerin olacağını, neredeyse dönüşü
olmayan bir yola çıkacağını hisseder. Drogo’nun atı da sayfa yedide benzer
duygular içindedir. Hayvan durgunlaşmış, yürüyüşü ağırlaşmış, adeta yaşamının değişmekte
olduğunu sezinlemiştir. Drogo’ya göre geride bıraktığı yaşam “kolay ve hoş”tur.
Sivil hayata dönmek elindedir ancak geleceğine istediği yönü veremez, kaleden hemen
ayrılma olanağı varken, dört ay beklemeye karar verir ve sonuç olarak oradan
hiç ayrılamaz.
Bastiani Kalesi,
varlığını ancak kuzeydeki Tatar Çölü’nden gelecek saldırıyla kanıtlayabilecek
derecede unutulmuş bir kaledir. Kalede yaşayan Drogo ve onun gibilerin de
kaderi aynıdır. Onların da varlıklarını kanıtlamanın yolu savaştır. Öyle ki Drogo
düşünde kahraman olduğunu, kralın kendisini tebrik ettiğini görür. Ortiz ise
yıllardır beklediği savaşın, emekli olup kaleden gittikten sonra çıkmasını
kesinlikle istemez. Savaşın, tam emekli olmuşken çıkmasını, kendisi açısından
büyük haksızlık olarak değerlendirir. “Belki
de savaş olsaydı bir işe yarayabilirdim… görüldüğü gibi beş para etmem.”
der. İşlenen savaş arzusu, aynı zamanda bireyin içinde eridiği yoksunluklardan
kurtulma ve kendini değersiz görme duygusundan arınma arzusudur. Bir şeyler
için mücadele, elbette ki yaşamı daha anlamlı kılacaktır. Bu açıdan günümüze bakacak
olursak, giderek yalnızlaşan, hatta mevcut sistemin politikası olarak planlı
şekilde yalnızlaştırılan birey, “değer
olma” arzusunu tatmin edemediği takdirde doğaldır ki savaşa gitmeye kolaylıkla
boyun eğecek hatta savaşın baş savunucusu olacaktır. Çünkü savaş, hayalinde olmak
istediği kimliği kuşanabileceği ilk ve son fırsattır belki de.
Bu noktada okur şu
sorunun cevabını da bulmak durumundadır. “Drogo, değiştiremeyeceği yazgısı nedeniyle
mi, kişilik özellikleri nedeniyle mi, yoksa yaşamı boyunca sistemin değer
yargılarının dayatılması, zorla benimsetilmesi nedeniyle mi kalmıştır kalede?”
Kalede
yaşam öylesine durgundur ki surların önünde başıboş gezen bir atın varlığı
herkesi heyecanlandırır. Dışarıda kargadan, kertenkeleden başka hayvan
görmeyenler için bir at görmek inanılmazdır. Sıradışı durumun yarattığı
heyecan, kuraldışı davranışları da beraberinde getirir. Kalenin giriş
parolasını bilmediğini hesaba katmayan Giuseppe Lazzari, atı getirmek üzere coşkuyla
surlardan dışarıya çıkar. Atı yakalar ve döner. Nöbet tutmakta olan Arap
lakaplı arkadaşına “Nöbet şefine kapıyı
açmasını söyle! Atı yakaladım. Ama çaktırmadan hareket et, yoksa beni içeri
tıkarlar!” der “ama nöbetçi artık
Arap değildi; o artık sadece sert bir çehreyle silahını kaldıran ve arkadaşına
nişan alan bir askerdi.” Arap, onun her gün şakalaştığı arkadaşı da olsa kuralları,
emirleri uygulamak zorundadır. Silahtan küçük bir kıvılcım çıkar, Lazzari’nin “Ah Arap!
Vurdun beni.” diyen sesi duyulur. Askeri kurallar Lazzari’nin hayatından
önemlidir.
Diliyle, okura
yüklediği duygularıyla, yarattığı psikolojik atmosferiyle, romanın en
büyüleyici bölümü Angustina’nın zarafetle ölüme yürüdüğü satırlardır. Onun
doruktaki mücadelesi, ne yüzbaşıyla ne de doğayladır. O, kendisiyle savaşa
girmiştir ve tıpkı Drogo’nun deneyimlediği gibi en büyük savaş, insanın
kendisine karşı verdiği savaştır. Angustina, henüz resmileşmemiş sınır
bölgesinin belirlenmesi eyleminde görevli olmadığı halde gönüllü olarak tepeye
doğru yürüyüşe geçer. Onun yürüyüşe katılma isteğini kimse anlamasa da kendisi nedenini
çok iyi bilmektedir. Amacı, bedensel ve ruhsal zayıflığını alay konusu yapanlara
kendini kanıtlamak, gerekirse ölümüyle destan yazarak yaşadığı hayatı anlamlı
kılmaktır. Tepeye vardıklarında, dondurucu soğukta çok üşümesine rağmen, kırılgan
görünmemek için parkasını giymez, yüzünü korkusuzca ölüme döner. Çünkü
kendinden vazgeçmiştir, onu bu noktaya getiren şey de yaşadığı hayatın boşluğu
ve içindeki yalnızlığın derinliğidir.
Kaleye geldikten aylar
sonra Drogo annesini ve şehrini ziyarete gittiğinde, sevdikleriyle arasına
kocaman bir zaman parçasının girmiş olduğunu fark eder. Eskiden oğlunun ayak
seslerine çok duyarlı olup uykusundan uyanan anne değişmiştir. Zamanın ve
mesafelerin insan ilişkilerine yaptığı acımasız tahribat bu ziyaretle su yüzüne
çıkmıştır. Drogo’nun yaşadığı hayal kırıklığının tek öznesi annesi değildir.
Sevdiği kız Maria da ona uzaktır ve muhtemeldir ki anne ve Maria da Drogo’yu
kendilerine uzak bulmuşlardır.
Drogo’nun
hasta olması ise onun için büyük hayal kırıklığıdır. Yıllardır kuzeyden
beklenen saldırı artık gerçek olmuştur ancak savaşacak gücü yoktur. “Tanrım ne olursun iyileşeyim, yalvarırım hiç
olmazsa altı yedi gün iyi olayım” der. Ne pahasına olursa olsun surlara
gitmeli, yarbaya savaşacak durumda olduğunu göstermelidir. Ancak yarbay, sağlık
nedenleriyle onu kaleden uzaklaştırmayı düşünmektedir. Verilen karar Drogo için
yıkımdır. Kendisiyle yaptığı savaşı çoktan kaybetmiş olan kahramanın yaşama
tutunmasını sağlayacak esas savaş kapıya gelmiştir ancak o oyun dışına
itilmiştir. Bastiani Kalesi varlığını, yüzyıllar sonra da olsa
kanıtlayabilecektir fakat Drogo’nun kendini kanıtlama şansı kalmamıştır. Yıllar
boyunca sahip olduğu en büyük düşünü yitirmiştir. Şimdi herkes savaşa giderken
o onursuz biçimde ovaya iniyordur.
Hastadır. Kimsesizdir. Dünyada onu kendisinden başka sevecek kimse yoktur.
Kişinin
var olma çabasının, içinde yaşadığı toplum tarafından kabul edilme ve önemsenme
arzusunun vurgulandığı romanda, beklentilerini elde edememiş biri olarak,
ölümün karşısına “asker” gibi çıkıp kandırılmış yaşamını, gülümseyerek
sonlandırmak da Drogo’nun seçimidir.
“Haydi,
biraz cesaret Drogo, bu senin son kâğıdın, ölümün karşısına bir asker gibi çık
ki hiç olmazsa kandırılmış yaşamın güzel bitsin. Yazgıdan intikamını al…
Gölgenin sınırını resmigeçitteymiş gibi dimdik, kararlı bir adımla aş, hatta
becerebilirsen gülümse.”
Tatar Çölü, hayatını
anlamlandıramayan, uyum sorunu yaşayan, kendi yarattığı kaleye hapsolmuş birey(ler)in
romanı. Onu kurtaracak olansa, insanı önemseyen, yalnızlaşmanın kader olmadığı bir
sistemde severek ve sevilerek yaşamak.
Dino Buzzati
Tatar Çölü /
Çeviren: Hülya Tufan
İletişim Yayınları
232 sayfa
Varlık Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi / Şubat 2015