Kadına yönelik şiddet ne yazık ki tüm dünyada din, dil, coğrafya, kültür, ekonomik ve sosyal koşullar ayırt etmeksizin sürüyor. Hemen her gün gazeteler, televizyon kanalları şiddete maruz kalarak sakatlanan, yaşamını yitiren kadınlara ilişkin haberler veriyor. Örneğin son on yılda, sadece bakanlığın evlerine sığınmak zorunda kalan kadın sayısı kırk altı bin olarak açıklandı. Sivil Toplum Kuruluşlarının ve belediyelerin evlerine sığınmak zorunda kalanlar ise verilen rakama dâhil değil. Buna kayıtlara geçmeyen şiddet olaylarını eklersek durumun ciddiyeti daha da net görülebilir.
Ülkemizde pek çok üniversite,
kadın kuruluşları ve devlet bu konuda önemli çalışmalar yapıyor olmasına karşın
toplumun bir kısmı da dine, geleneklere, örf ve adetlere sığınarak erkek
tarafından uygulanan şiddeti meşrulaştırma çabasında.
Suna Güler, ilk romanı “Günah
Kadına Yaraşır”da bu önemli toplumsal sorunun pek çok detayına değinmiş. Evrensel
bir sorunu konu ediyor olması bakımından ülke ve dönemden bağımsız
işlenebilecek romanı yazar dönemle ilişkilendirmeyi tercih etmiş. Çocuk gelin,
kadın ticareti, babanın kendi kızını tacizine kadar pek çok sömürü ve şiddet
çeşidinin konu edildiği kitapta acılar, olumsuzluklar Rıza Bey ve ailesi üzerinden anlatılmakta.
Hassas bir kavrama değinen kitap, dokunulmazlığı olan aile kurumuna dokunmuş, kapalı
kapılar ardında yaşananları gözler önüne sererek aile kurumunun ahlaksal
çöküşlere engel olamadığının altını çizmiş.
Yerel ağızların başarıyla
kullanıldığı “Günah Kadına Yaraşır”ın dili akıcı, betimlemeleri canlı. İşlediği
konunun okura yüklediği acıya rağmen yazarın ustaca eklediği merak unsurları
okumayı kolaylaştırıyor. Romandaki hemen tüm kadınlar insan değil de birer eşya
gibidirler. Sofrada yerlerinin olabilmesi, erkek çocuk doğurmalarına ya da
cinselliğin edilgen nesnesi olmayı kabullenmelerine bağlıdır. İki karısından da
çocuk sahibi olamayan istasyon şefi zaman zaman “Niye besliyorum ki bunları?” diye söylenir. Kadınların pek çoğunun
kendi yaşamları üzerinde söz hakkı yoktur. Kaderleri erkeklerin vereceği
kararlara ya da eylemlere bağlıdır. Romanda bu durumun istisna karakterlerinden
biri Rıza Bey’in annesi Müyesser Hanım diğeri Şükrü Hoca’nın kızlarından Edibe’dir.
Gelininin çektiği eziyetlere katlanamayan ve oğluna da engel olamayan anne “Erkek milleti çocuğa benzer gelinim. Sen
her şeye razı olursan yanlış yaptığını nereden anlayacak?” dese de gelini Elmas’ın
yanıtı “Ben eksik etek, nereden bilirim
hangisi doğrudur anam?” olur. Edibe ise kısacık rolüne rağmen, erkek
egemenliğine boyun eğmeyişiyle romanda yıldız gibi parlar. Bu yönüyle romanın
okura umut veren karakterlerinden biridir. Polis Muhsin’le evlenmeyi kafasına
koymuştur, gerekirse intihar edecektir. Dediğini de yapar. Kendisine göz koymuş
olan Rıza Bey’in tüm engelleme çabalarına karşın sevdiği adamla evlenmeyi
başarır.
Romanın kadın
kahramanı Elmas’ın evlenmeye ilişkin büyük hayalleri yoktur. Hayatta kendisini
nelerin beklediğini hiç bilmediğinden sadece iki korkusu vardır. Kendinden çok
yaşlı bir adamla evlenmek ya da eş diye alınıp ilk geceden sonra unutulmak. Oysa
nüfus kâğıdı bile olmayan Elmas’ın roman boyunca başına gelecekler insana dudak
ısırtacak cinstendir. Nikâhının kıyıldığı gün babası yanına çağırır, kızına
okkalı bir tokat atar ve şöyle der: “Bu
çınlama kulağından hiç çıkmasın… Kocan öl dese niye diye sormayacaksın. Ocakta
süt kaynarken senden kadınlık görevi isterse acık dur demeyeceksin… Haydi,
şimdi düş kocanın peşine…” Evlilik
kurumuna böyle adım atan Elmas’ın bu ne ilk acısıdır ne de son. Evliliği
boyunca sık sık kocası tarafından sille tokat dövülür. Duruma dayanamayan kayınvalidesi
bile onu itiraz etmeye ikna edemez. Elmas, “Ne
diyorsun sen ana? Erkeğe laf söylendiği duyulmuş mudur?” diyerek kaderine
razı olur.
Romandaki
ilişkiler yumağında kadının ikinci sınıflığı, cinsel nesne oluşu öylesine üst
düzeydedir ki erkek kahraman Rıza Bey, lohusa karısının da yattığı odada
kayınpederinin karılarından birine, Medine’ye tecavüz etmekten çekinmez. Çünkü ne
karısının ne de Medine’nin durumu açık edemeyeceklerinden emindir. Acımasız
saldırı karşısında iki kadının dayanışmaktan, birbirlerinin yaralarını
sarmaktan başka çıkar yolları yoktur. Tecavüze uğradığı halde günahkâr olmaktan
korkup (ki her durumda ve koşulda günah kadına yaraşırdı) kendini abdest almak
zorunda hisseden Medine’ye, Elmas banyo bitiminde üşütmesin diye sarındığı
mitili götürür. Mitilin altında biri
on beş, öteki on üç yaşında iki kadın birlikte ağlaşırlar. Medine hamile kalıp Rıza
Bey gibi sarışın bir kız bebek doğurduğunda, sarışın bebekle durumun farkına
varan kayınpeder Şükrü Hoca, itibarını düşünerek olayı örtbas eder ve teselliyi
doğan çocuğun kız olmasında bulur. “Ya
erkek olsaydı ne yapardı? Bilmezden gelemezdi. Adını koyması, kulağına ezan
okuması gerekecekti. Kız doğunca anaları hallediyordu o işleri.”
Ciddi boyutta kişilik
bozukluklarının yanı sıra ereksiyon sorunu da yaşayan kahramanın sıradışı davranışları
toplumun erkeğe giydirdiği dokunulmazlık zırhıyla giderek çoğalır. Rıza Bey, roman boyunca kendini erekte edecek yeni
deneyimler yaratma peşinde koşar. Bu uğurda karısını başka bir erkeğe, Osman’a
sunmaktan çekinmez. Osman her seferinde evlerine elleri kolları dolu gelir.
Onun konukluğundan herkes kendince mutludur. Çocuklar sofrada et var diye
sevinir. Rıza Bey yaşayacağı fantezilerin heyecanı içindedir. Hayatı boyunca
insan yerine konmamış Elmas da ilk kez bir erkekten yumuşak, güzel sözler
duyduğu, kendisine iyi davrandığı için mutludur hatta Osman’la aralarında trajik
bir gizli sevda da başlar.
Hayatın içinden yazılmış “Günah
Kadına Yaraşır”da anlatılan olaylara ne yazık ki hemen her gün yenileri
eklenmekte. Kadının ezilmesini, eril gücü, sistemi ve kurumları sorgulayan
edebiyat eserlerinin çoğalması, özellikle yeni nesillerin farkındalığını
artıracak, konuyu edebiyat düzleminde hep canlı tutacaktır.
Suna Güler insanı, onun
acılarını, duygusal açmazlarını, geçim çabalarını kendine sorun edinmiş bir
yazar. “Ödünç Zamanlar” ve “Özgürlük Çıkmazı” öykü kitaplarının ardından
yazdığı “Günah Kadına Yaraşır”da kadının var olma çabasını öne çıkartarak,
sistem tarafından desteklenen “kontrolsüz güç”ü sorgularken, erkeğin
dokunulmazlığını da keskin dille anlatmış. "Hiç
kimse günahın kimde olduğuyla ilgili değildi. Bunu soruşturmaya gerek yoktu ki
zaten erkeğin elinin kiriydi, günah yüklendiği nerede görülmüş
duyulmuştu." Yazar eserde “günah” kavramına önemle değinmiş, dinin
kadın erkek ekseninde nasıl şekillendirildiğine dikkat çekmiş ve kavramı
kitabın adına taşıyarak daha da görünür kılınmasını sağlamış. Datça’da yaşayan
doğa aşığı yazarın son kitabı ise “Doğadan Tarihe Datça Serüveni” adını
taşıyor. Tarih ve doğaseverlerin keyifle okuyacakları kitapta ilçenin tarihinden,
kültürel değerlerine, doğal güzelliklerine kadar birçok konuya yer verilmekte.
Günah Kadına Yaraşır /Suna Güler/Sokak Kitapları Yayınları
/Temmuz 2013/378 Sayfa
Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi/Yıl:10/Sayı:56/Mart-Nisan 2014
Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi/Yıl:10/Sayı:56/Mart-Nisan 2014