2012'de Dinçer Sezgin’le “Deneyememeler” Üzerine Düşsel Bir Söyleşi

N.Y. – ‘Sır Gecesi’ kitabınızın öndeyişinde ‘Benim anayasam aşktır’ diyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Dinçer Sezgin - Aşksız sevgisiz hiçbir şey olmuyor. Eğrileri de doğruları da aşksız yapmak olası değil. Hatta kavgaların bile temelinde aşkın ve sevginin var olduğuna inanıyorum. Hiç sevmediğiniz biriyle kavga edebilir misiniz? Tanımadığınız, bilmediğiniz, yüreğinizde sevgisi olmayan biriyle ilgilenebilir misiniz? Onu eleştirir, onu dinler, onunla fikir alışverişine girebilir misiniz? Hiçbir zaman kavgadan yana olmadım. Hep barışın yanında olmaya çalıştım, barışı var edecek koşulları oluşturmak için uğraş verme yolunu seçtim.
Biten arkadaşlıklarım, dostluklarım oldu. ‘Unutmak istemeyerek unutmaya’ çalıştığım ilişkilerim oldu. Ama ‘gönül müzeme’ kaldırdığım hiçbir anımın temelinde nefret olmadı. Zaten nefretin bile, sevgi ve aşkla ilişkisi var, sevgi ve aşk olmadan nefretin bile insanın yüreğinde yeri olabileceğini hiç düşünmedim.       
Düşünüyor ve soruyorum kendi kendime, yaşam sayfalarımda yer alan herşey, sevgi ve aşk olmasaydı, o sayfalara yazılabilir miydi? Hayır yazılamazdı. Bunun için kişisel yasalarımın en başına bir anayasa gibi sevgi ve aşkı koyuyorum daima.

N.Y. - Anayasası aşk olan birisi olarak kolayca ‘Seni seviyorum’ diyebilir misiniz?
            Dinçer Sezgin – Yaşam boyu, iki sözcüğü söylemekte hep tereddüt etmişimdir hep itinalı davranmaya çalışmışımdır. ‘Seni seviyorum’. Evet bu iki sözcüğü kolay kolay söyleyemem. Çünkü ‘Seni seviyorum’un bir ağırlığı, bir sorumluluğu var. İnsana getirdiği büyük ‘mesuliyetler’i var. ‘Seni seviyorum’ dediğim kişinin artık, bütün sorumluluğu kendi sorumluluğum kadar benim ayrılmaz parçam olmuştur. Onu sağlıkta, hastalıkta, darlıkta, bollukta, gurbette, yanımda ya da uzağımda nerede nasıl bir koşulda olursa olsun, üstleniyorum demektir benim için. Bu sorumluluğu içeren o iki sözcüğü de bu nedenle kolay kolay söyleyemem.
N.Y. – Aşktan söz edip de dokunmaktan bahsetmeden olmaz. Bu kavram için neler söyleyebilirsiniz?
Dinçer Sezgin - Şayet sevgi bitmemişse, sevgiyi duyumsatmak için, el ile dokunmak şart değildir. İnsan, sevdiğine göz ile de dokunabilir. Gözle dokunmak belki daha etkili bir dokunuştur.
Sevgi bitmemişse, insan sevdiğine sözcüklerle de dokunabilir. Dilin açtığı yaraları dilin sağalttığı gönülleri unutmayalım.
Önemli olan, sevginin bitip bitmemesidir. Bitmeyen sevgi, kendini anlatacak dokunma biçimini bulur, yoksa yaratır.
N.Y. - Herkesin kendine özel pencereleri vardır. Yüreğinizin bir penceresini yaşadığınız kente kapatıp başka yerlerin düşünü kurmaya başladığınız oldu mu?
Dinçer Sezgin – Ben insanların gönül pencerelerinin var olduğuna inanıyorum. Hem de bu pencereler, bir evin pencere sayısı kadar belli değildir. Sayı herkese göre değişir. Kiminin gönlünde on tane, kiminin gönlünde yüz tane pencere vardır. Bir gün sokağınıza, caddenize bahçenize, karşı evin bahçesindeki kaysı gülüne açılan pencereyi kapatıverirsiniz ve kentin anlamı kalmaz. Başka yerlerin düşlerini kurmaya başlarsınız.
            Bir kente kapattığınız pencere her zaman o kentte yaşadığınız kötü olaylar yüzünden olmaz. Gitmeyi hayal ettiğiniz kentin sizi çağıran ‘bir şey’leri filizlenmeye, uç vermeye başlar içinizde.
O yüzden de bulunduğunuz kente bakan pencereyi kapatabilirsiniz.
Gönül pencerelerinizden pek çoğu da insanlara açılır. Bu pencereden baktığınızda yüzlerce, binlerce insan görürsünüz. Gördüğünüz bu insanlara ilişkin anılarınız izlenimleriniz vardır. Bu anılara, izlenimlere göre bazı pencereleriniz sonuna kadar açıktır. Bazıları aralıktır. Bir gün içinizde bir şeyler kırılır. İnsanlara açılan o pencerelerin bazılarını kapatmak zorunda kalıverirsiniz.
Ama bütün bunların temelinde, umduğunuzu bulamamak yatar bana göre.
            İzmir, kendisine pencerelerinizi zor kapayacağınız kentlerden biri. Çünkü kapattığınız bir pencerenin hüznünü yaşarken, dünyanızda yeni bir pencere açılıveriyor. Ve bu yeni pencereden, yüreğinizin en mavi kuşlarını uçurabilme olanağı buluyorsunuz denize ve gökyüzüne doğru.
N.Y. – Siz bir sözcük ustasısınız. Çoğu insanın, olumsuz duygular uyandıran ‘savaş’ , ‘yasak’ gibi sözcüklerle arası yoktur. Ancak, sizin olumlu çağrışımı olup da sevmediğiniz bir sözcük var. ‘Kolay’ sözcüğü ile neden aranız iyi değil?
Dinçer Sezgin - Yanıtlayayım; insanlarımız, durmadan ‘zahmetsiz’ yaşamanın peşinde koşmaya başladı, çocuklarımıza da böyle bir yaşamın tadını çıkarmayı öğretir hale geldik. Bir çiçeği bile emeksiz yetiştiremediğimiz şu alemde, diyelim ki çok sevdiğiniz bir şeyi yitirmişsiniz, bir arkadaşınız çıkıyor, ‘Kolay canım, unutursun.’ deyiveriyor, sizi teselli adına. Sevgiyi, ölümü, ayrılığı, yalnızlık sancısını, unutmanın neresine sığdırabilirsiniz ki? Ayrıca emeksiz, zahmetsiz kazanılan hangi ilişkinin, hangi güzelliğin değeri vardır ki? Emek ve alınteriyle kazandığınız hiçbir şeyi de kolayca unutamazsınız.
N.Y. - Beklemenin pek çok çeşidi var. Sevgiliyi beklemek, evlenmeyi beklemek, emekliliği beklemek gibi. Siz bize beklemenin hangi çeşidi üzerine bir şeyler söylemek istersiniz?
            Dinçer Sezgin – Bir savaşın başladığı gece, bir ailenin bekleyişini anlatabilirim.
            Gözlerimiz gökyüzüne çevrilmiş, kulaklarımız kirişte bir hava saldırısı bekliyoruz. Bu saldırı her an olabilir ve atılacak bomba evimizi barkımızı, çoluğumuzu çocuğumuzu bir anda yok edebilir. Öylece bekliyoruz. Ailecek. Dakikalar geçmek bilmiyor. Herkes son kez diyerek birbirine bakıyor. Hiç umarımız yok. O bomba patlayacak ve bir anda paramparça olacağız, her bir parçamız fırlayıp gidecek yokluğa doğru.
            Karımı çocuklarımı bir daha göremeyeceğim, son anlarımız bunlar onlar da beni göremeyecekler, doya doya bakayım onlara, sarılayım. Yeniden yeniden koklayayım onları. Şimdi patlayacak bomba, şimdi, şimdi, şimdi. Patladı patlayacak. Belki tetiğe basıldı. Belki bomba bize doğru gelmeye, bize doğru düşmeye başladı bile. Oğlum benim, kızım benim, canım karım benim, gelin sizleri son kez kucaklayayım.
            Bu bekleyişteki umarsızlığı, yalnızlığı, korkuları, sözün kısası çekilen işkenceleri düşünebiliyor musunuz?
N.Y. - Kendi kendinize ‘Yazıyoruz da ne oluyor?’ dediğiniz oldu mu?
            Dinçer Sezgin - Kitap fuarlarından birinde imza saatim bitmek üzereyken lise üçte ya da üniversite birde olduğunu tahmin ettiğim üç genç kız geldi. Tek kitap kalmıştı önümde. Kitabı alıp şöyle bir karıştırdılar, ederine baktılar ve yerine bıraktılar. Uzaklaşıp aralarında fısıldaştılar. Birisi çantasından cüzdanını çıkarıp paralarını saydı. Yine geldiler, kitabı alıp ‘Önsöz yerine’ ile arka kapaktaki yazıyı okudular. Paraları yetmiyordu. Üçü paralarını birleştirseler bile alamayacaklardı. Onların telaşı, kitabı ellerinde okşar gibi tutuşları hem hoşuma gitti hem heyecanlandım. ‘Çocuklar içimden geldi, bu kitabı sizlere armağan etmek istiyorum. Hanginize imzalayayım?’ diye sordum. Ortada duran ‘Bizim bunu alacak paramız yok ki!’ dedi dokunaklı bir sesle. Ben armağanın parası olmaz dedim. O an, kız hiç beklemediğim bir şey yaptı; boynundaki gül desenli fuları çıkarıp boynuma dolayıverdi. ‘Öyleyse ben de bunu armağan ediyorum size’ dedi.
            O güne değin hep buz üzerine yazı yazıyoruz sanıyordum. Artık ‘Yazıyoruz da n’oluyor?’ demiyorum.
N.Y. – Öğrencilerden ve parasızlıktan söz açmışken, sizin öğrencilik yıllarınıza uzanırsak, bize anlatmak isteyeceğiniz, sizde iz bırakmış bir anınız var mı?
            Dinçer Sezgin – Çocukluğumda, bayramlarda pek çok güzellik varken ‘Bayram gelmiş neyime...’ türküsünü yakanın yaşamını çok merak ederdim. Acaba yüreğine neden kan damlıyordu? Hep merak ederdim.
Bir ramazan bayramıydı. Okulumuzun varsıl aile çocukları, arife günü akşamından, bayram tatillerini geçirmek için okuldan ayrıldılar. 220 öğrencili okulda biz 30-40 kişi kaldık. Hepimiz yoksul ailelerin çocuklarıydık.
            Okulda kaldığımız o bayram sabahı, kahvaltıdan sonra müdür bizi tören alanına topladı. Bayramın güzellikleri konusunda dokunaklı bir nutuk çekti. Sonra, ‘Birbirleriyle küs olanlar önümde toplansınlar bakayım’ dedi. Altı yedi kişi dizildi müdürün önüne. Müdür ‘Şimdi birbirinizi öpecek ve barışacaksınız’ dedi. Arkadaşlarda bir hareket görmeyince ‘Müdürünüz olarak emrediyorum, birbirinizi öpecek ve barışacaksınız. Bugün barışmayıp da ne zaman barışacaksınız’. Arkadaşlar öpüştüler böylece birbirleriyle barışmış oldular. Bu barışma olayını kutlar gibi okulun bir çalışanı kağıt şekerler dağıttı hepimize.
            Alışılmadık büyük bir sesizlik vardı okulda. İşte bu sessizliğin en koyu yerinde, uzaklardan gelen bir türkü duyuldu.
            ‘Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime.’ Fırlayıp çıktım. Sesin geldiği odayı bulup içeri girdim. Yalnızca Samsun’lu Remzi vardı içeride, türküyü de o söylüyordu. Hem söylüyor hem ağlıyordu. ‘N’oldu Remzi?’ dedim. Kesti söylemeyi. Yüzüme baktı, boynuma sarıldı. ‘Çok yalnızım, çok yalnızım, çok yalnızım’ dedi. O an anladım, kan, yalnızların yüreğine damlarmış bayramlarda.
N.Y. – Söyleşimize aşkla başladık aşkla bitirelim istiyorum. Şiirlerinizin çoğunda aşkı anlatıyorsunuz ama ben yine de sormak istiyorum. Dinçer Sezgin için aşk nedir?
Yüzüme bakıp gülümsedi. ‘Bence aşk..’ diye başlamıştı ki köpeği Çılgın, aniden fırlayıp, pencere kenarında gördüğü kediye havlamaya başladı.
Korkuyla yerimden zıpladığımda, yanımda ne Dinçer Sezgin ne de Çılgın vardı. Evimdeydim. Oysa biraz önce onunla söyleşi yapıyordum. Çılgın da uzandığı yerden bizi dinliyordu.

Birkaç saniye geçip de şaşkınlığımı üzerimden atınca, anladım ki salondaki koltuklardan birinde, onun ‘Deneyememeler / İmam Bayıldı Nasıl Yapılır?’ isimli deneme kitabını okurken uyuyup kalmışım.
Kalktım bir iki tur attım. Söyleşinin etkisindeydim. Sorup da yanıtını alamadığım bir sorum vardı ve o soru halâ zihnimdeydi. Pek çok şiirinde aşkı çok güzel anlatmıştı. Kim bilir, uykum bölünmeseydi belki de yanıt olarak onlardan birini söyleyecekti.

Ne diyeceğini bilmeme olanak yoktu ama bu soru bana sorulsaydı, yanıtım hiç düşünmeden, ‘Aşk, Düş Kıyısında Beklemektir.’(*) olurdu.
Yüzümde, onun bana gülümsediği gibi bir gülümseme belirdi ve bir kez daha uzandım sehpanın üzerinde duran Kaveko’ya.

*Kaveko / Düş Kıyısında Beklemek (Papirüs Yayınevi)
Not: Söyleşideki yanıtlar ‘Deneyememeler / İmam Bayıldı Nasıl Yapılır?’ kitabından alıntıdır.

Lacivert Öykü Şiir Dergisi   Yıl: 7   Sayı: 37   Ocak - Şubat 2011