Öğretici Olmayan Bir Eğitimci

Kurşun Kalem Dergisi’nden, öğrencisinin gözünden Hidayet Karakuş’u, anlatmam istediğinde çok mutlu oldum.
Edebiyata hizmetlerini yaşam biçimi haline getirmiş öğretmenimi anlatmak için yazacaklarımı düşünürken onunla tanıştığım 2006 yılına uzandım.


O yıllarda, edebiyat merakımı paylaşabileceğim, okuduklarım hakkında konuşabileceğim birilerini arıyordum. Hayatımda pek çok arkadaşım, dostum vardı ama hep bir şeyler eksikti. Bir gün, tesadüfen tanıştığım birinden Hidayet Karakuş’un yazarlık kursunu öğrendim.
Alsancak Kültür Merkezi’ndeki işliğe giderken, bu derslere uzun bir süre katılacağımı biliyordum. Ancak derslerin tatlı bir alışkanlığa dönüşeceğini o gün öngörememiştim. Zaman geçtikçe, eski öğrencilerin derslere gelerek öğretmenleriyle hasret giderdiklerini gördükçe, alışkanlığa kapılanın yalnız ben olmadığını anladım. Hocamız aracılığıyla tanıştığımız yeni arkadaşlarla, günden güne çoğalan büyük bir öbeğin parçası olmak ve bugün de bu dostlukları sürdürüyor olmak ise bizler için ayrı bir mutluluk kaynağı. İşte bu çoğalma, onun çevresine yaydığı güvenin ve insan sevgisinin ürünüdür.  
O, eğitim uzmanlık alanı olduğu halde, kendini “öğreten kişi” olarak konumlandırmamaya, öğüt veren, bilgi veren kişi olarak görünmemeye dikkat eder. Onunla konuşurken tam bir eşitlik duygusu içinde olursunuz ve düşüncelerinizden dolayı yargılanmayacağınızı bilirsiniz. Herkesin sözünü sonuna kadar dinler, değerlendirir. Savunulan bir düşünceye olan karşı duruşunu da kırıcı olmadan, üstünlük kurmadan açıklar. Zaten, ilk dersten itibaren size bu özgürlüğün ipucunu da hitap biçimiyle vermiştir, sınıfındakiler onun öğrencisi değil “arkadaş”larıdır.
Sık sık tekrarladığı bir söz vardır;“Yazarlık öğretilmez arkadaşlar, biz burada deneyimlerimizi paylaşıyoruz.”. O böyle söylese de sezdirmeden bizlere yazmak için ipuçları verir, dil hatalarının üzerinde önemle durur, okumaya teşvik eder, bir edebiyat dergisini düzenli okumanın öneminden, bir edebiyatçının, sanatın ve bilimin her dalıyla ilgilenmesi gerektiğinden söz eder.
İşliğe vaktinde gitme konusunda her zaman titizdir. Sağanak yağışın olduğu bir gün, Karşıyaka’da oturan ve onun da aynı semtte oturduğunu bilen bir arkadaşımızın telefondaki “Hocam çok yağış var, Karşıyaka’yı sel bastı, bugün ders yapacak mısınız?” sorusuna “Bir arkadaşımız dahi işliğe gelse ve beni bulamazsa olmaz. Tabii ki gideceğim.” diye yanıt vermişti.
Sınıfındaki yeni tanıştığı kişilere önce kendini tanıtır, sonra tek tek onları tanımak ister, özellikle bu çalışmaya neden katıldıklarını sorar. Bu söyleşilerden iki yanıtı halâ anımsıyorum. Bir arkadaşımız “Roman yazmak istiyorum o nedenle bu kursa katıldım.” demişti ve üç yıl sonra romanı yayımlandı, bir arkadaşımızda, “şiir yazıyorum ve kendimi geliştirmek istiyorum” diye yanıt vermişti, onun da bir yıl içinde şiirlerini dergilerde okumaya başlamıştık.
O, edebiyatın her türüne eşit mesafede durmaya çalışsa da şiir dendi mi sesi daha bir keyifli çıkar, gözleri daha bir parlar. En önemli özelliklerinden biri de çok güzel şiir okumasıdır. Düz bir metni bile şiirmiş gibi okuyabileceğini düşünürsünüz. Hatta pek çok arkadaşımız, kendi şiirlerini onun okunmasını ister. Gerçekten de dizeler onun sesiyle, vurgusuyla ve duygusuyla başkalaşır daha derin anlamlara kavuşur.  
Programı esnektir ve sunduğu esneklik içinde gereken bilgileri aktarmanın yolunu ustaca bulan bir eğitmendir. Önerilere açıktır, bir sonraki dersin içeriği öbeğin isteğine göre belirlenebilir. Bu şekilde derslere katılım çoğalır, bir sonraki ders saati iple çekilir. Tartışma ve sohbet konuları, kesinlikle edebiyatla sınırlı kalmayıp yaşama dair her konuyu kapsar. Bazen gündemi kendisi yaratır, bazen de konu sınıftan gelen sorularla belirlenir. Bu sohbetlerde de az konuşan arkadaşlara öncelik vermeye dikkat eder herkesin katılımını sağlamaya çalışır. Olası  tartışmalarda ise öbeği iyi yönetir, gerginliklerin önüne ustaca geçer.
İki ders arasında verilen on dakikalık dinlenme süresi, öğrencilerinin onunla konuşmak için adeta yarıştıkları dakikalardır çünkü, bu zaman dilimi  gerçekte ara vermek değil de dersin başka bir ortamda devamı demektir.
Üzerinde önemle durduğu konulardan biri de Türkçe’nin zenginleştirilmesi ve arı Türkçe konuşulmasıdır. Sık sık bize bu konudaki görüşlerini aktarır, verdiği önemi anlatır. Bir gün, gelecek derse bir yazar arkadaşını davet edeceğini söylediğinde hepimiz çok mutlu olmuştuk. Arkadaşların sevinçlerini belirten “yaşasın!”, “harika haber!”  sözlerinin arasında birden “süpeer” kelimesi duyuldu. Duyar duymaz irkildim ve içimden o sesin bana ait olmamasını diledim ancak ne yazık ki söz benden çıkmıştı.  Arkalarda oturuyordum. Birkaç kişi, dönüp önce bana, sonra kendine gidecek yer bulamadığından havada asılı kalakalan o yabancı kelimeye baktı. Her yerde yaşadığı rahatlığı burada bulamayan “süpeer” istenmediğini, yanlış yerde olduğunu anlamış ne yapacağını şaşırmıştı. Bir şeyler yapıp onu geri almak, yok etmek istedim ama ağzımdan çıkmıştı bir kere. Şimdi hem bana aitti hem de değildi. Onu kabullenen biri ya da birileri olsaydı sorun kalmayacaktı. Bir gün yolunuz Alsancak Kültür Merkezi’ne düşer de dördüncü kat b salonuna gidecek olursanız, halâ odanın bir köşesinde süklüm püklüm duran “süpeer”i görebilirsiniz. Hocamızın bu durum karşısında ne yaptığını merak ediyorsanız o, her zamanki nazik tavrıyla konuşmasına devam etti.


Sevgili öğretmenim Hidayet Karakuş’u, “Şeytan Minareleri” romanıyla kazandığı Orhan Kemal Roman Armağanı başarısı için bir kez de Kurşun Kalem Dergisi aracılığıyla kutluyorum ve yazımı onun bir şiirinden alıntı yaparak bitirmek istiyorum.


"şimdi ölme anne" şiirinde
“...
Ufku belirsiz yollara vurduk öykümüzü
Kurgu zayıf
Dil çetrefil
İleti kayıp
Küçük bir dipnot bile değil hayatımız
...

dese de;  
onun yolu belli,
kurgusu güçlü,
dili arı,
iletisi net oldu her zaman,
bize kattıkları ise kitaplar dolusu.

Kurşun Kalem Dergisi - 2010