Mekân" ilk çağlardan günümüze insanla gelişerek, değişerek bugünkü geniş anlamını kazanmış bir kavram. İnsanoğlu mülk edinme, tarihsel geçmişi koruma, savunma, yaşama gibi nedenlerle mekâna bağlı kalmış, ona uyum sağlamış ya da değiştirmiştir. Çağlar boyu onunla birlikte var olmuş, kimlik edinmiş, güç elde etmiş ya da kaybetmiştir. Yaşam koşullarına göre mekân kavramı da değişmiş şekillenmiş ancak bu etkileşim tek yönlü olmayıp mekâna paralel insan ve yaşam koşulları etkilenmiştir. Dolayısıyla birinden diğerine akan bir devinim söz konusudur.
Mekân, fiziksel bir olgu olmakla birlikte sosyal ve toplumsaldır da. Günümüz mimarisi, mekânı geometrik kavramının ötesinde ele alarak, çevresine, felsefesine ve insanla bütünleşmesine önem vermektedir. Söz konusu bütünleşme nedeniyle mekânlar, üç nokta arasında boy veren kavramlar olmaktan çıkarak, neredeyse belleği, duygusu, sezgisi olan yerler durumuna gelmektedirler.
Emel Kayın’ın bu felsefi bakışla yazılmış “Mekân Hikâyeleri” kitabı ilk incelemede beş farklı bölümden oluşuyormuş gibi görünse de kitapta insana ait olan her şey, mekân ön planda tutularak bir bütünlük içerisinde işlenmiş. Bölümler arasındaki ilişkiler çok güzel kurulmuş ve şiirsel anlatım, özdeyişler, çok kısa öyküler, masalsı, fantastik anlatımlar gibi farklı tarzlar kullanılarak deneysel bir çalışma ortaya çıkarılmış.
İlk bölüm tek öyküden oluşuyor. Yazar “Mekân Hikâyeleri” öyküsü ile kitabın anahtarını sunuyor, okuru kitaba hazırlıyor. Metinde zaman, mekân, kent, ev, insan kavramlarını işlerken “zamanın” ve “insanın” koşula göre nasıl da mekân olabileceğini gösteriyor ki bu yönüyle daha başlangıçta okura, elindeki kitabın ve anlatacaklarının sıra dışılığı hakkında ilk ipucunu da vermiş oluyor. Zaman kavramının özgün tanımlanmasının ardından (Uzak çocukluklardı zaman, annelerin ipeksi yüzleri, babaların kocaman elleri) çocukluk dönemini anlattığı “Zaman Hikâyeleri” bölümü başlıyor. Görkemli orman kıyısındaki ev, kırlangıç hikâyesi anlatan pamuk yüzlü büyükanne, mavi dev adam, okyanus çocuğu bu bölümün düş, masal karışımı anlatımları.
"Kent Hikâyeleri" bölümünde, büyük bir organizma gibi düşünebileceğimiz kentlerde yaşayan bireyin sıkışması, tek düze yaşamı, yalnızlaşması ve doğadan kopuşu işlenmekte. Yazar kent olgusunun aydınlık, karanlık yönlerine ışık tutarken, oradan çıkan yansımaların ışığında insanı irdeliyor. Kentleri öldürürken bir anlamda insanın kendini öldürdüğünü, nefes alamayan kentlerin bize verecek temiz havasının olamayacağını işaret ederek, okuyucuya yaşadığı kentleri ve kendini sorgulatıyor. Örneğin "Yorgun Kediler İçin de Bir Şarkı Söyle" hikâyesinde Kayın, insanı, atıkları, doğadan koparıp insana mahkûm edilmiş kent hayvanlarını işlerken insanlık-uygarlık kavramlarını sorguluyor. "Gündüz, Gece, Kent ve Ben" öyküsünde ise sürekli devinen bir kentte karanlığın ve yalnızlığın içinde uyuyamayan bireyi anlatıyor.
"Ev hikâyeleri" bölümü, hayat ve ölümü (Dostluk Evi), umudunu yitirmiş insanların hüznünü ve korkusunu (Hikâye Evi), kendimize dahi açmaya çekindiğimiz kapalı odalarımızı, karmaşık ruh hallerimizi (Düş Evi), bedellerinin ne olduğu bilinmeden kazanılanlar uğruna oluşturduğumuz duvarları ve bireyin kendisine, çevresine hatta ülkesine yabancılaşmasını (Duvarlar), korkularımızla kendimize kurduğumuz dolambaçları (Labirent), bir yerlerden çekip gittiğimizde ya da gidildiğinde mekânların da insanlar kadar acı çektiğini, insanın bir anlamda mekânla var olduğunu (Bir Ev ve Sahipleri) anlatan öykülerden oluşmakta. Bu bölümdeki öyküler, iletisi, konusu, amacı ve masalsı/fantastik anlatımıyla güzel bir bütünlüğe sahip ve kitabın en etkileyici metinlerini içeriyor.
"İnsan Hikâyeleri" deneyselliğin oldukça öne çıktığı bir bölüm. Kitap genelinde tekrarlardan yararlanarak yakalanmaya çalışılan şiirsel dil, "Küçük İhtimaller Hakkında Konuşmalar" öyküsünde iyice öne çıkmış ve bilinçli bir matematikle farklı bir anlatım yakalanmış.
Kitapta korku kavramının, işlenmiş olan pek çok duygunun yanında dikkat çekici biçimde öne çıktığını görmek olası. Özellikle "Labirent", "Duvarlar", "Düş Evi", "Hikâye Evi", "Kaçınılmaz Kaybediş", "Korku", "İki O", "Onarım", "Yazma Korkusu", "Silahlara Veda Et" öyküleri iyi örneklerdir. Yazar farklı bakış açısını burada da sürdürerek, sayabileceğimiz bildik pek çok korkumuza ek olarak (sevgisizlik, ölüm, hastalık, aşağılanmak, yükseklik, parasızlık, aldatılmak, kazaya uğramak vs.) belki bizim de sahip olduğumuz ya da olacağımız yeni korkuları işlemiş. 'Korkusunun nedenini ele vermekten korkmak', 'korkusunu hikâyelerin içinde yitirmekten korkmak', 'korku bittiğinde neye tutunacağını bilmiyor olmaktan korkmak' (Hikâye Evi), 'başka ülkelere, evlere, hayatlara karışmaktan korkmak' (Duvarlar), 'karanlıktan korkar gibi ışıktan da korkmak' (Labirent), 'doğanın insandan korkması' (Büyük Dağ) gibi ince yaklaşımlarla insanlığın edindiği/saldığı çeşitli korkuları sezdirme yöntemiyle ya da direkt göstererek metinlerin güçlü ve çok katmanlı olmasını sağlamış.
Emel Kayın, ilk kitabı ile söyleyecek sözü olduğunu göstermiş, bundan sonra da anlatmaya devam edeceğinin işaretini vermiş bir yazar. Mesleki birikimiyle/algısıyla özgün bakış oluşturarak, insanı, iç dünyasını, ayrılmaz parçası yaşam alanlarını ele aldığı eser, dönem dönem içe kapanan öykücülüğümüzün dışa açılımının güzel örneklerinden biri.
Kitabı bitirdiğinizde mekân kavramı kafanızda farklılaşacak, onun ayrılmaz parçası zamana ve insana bakışınız değişecek.
Nalan YILMAZ / Aralık 2008
(Emel Kayın , Mekân Hikâyeleri, 84 Sayfa, Kanguru Yayınları, Eylül 2008)