Nezih-Er
Yayınları, yayımladığı “Yasaklar”
kitabıyla, önemli bir boşluğu doldurarak, kimi zaman yaşamımızı kolaylaştıran
kimi zaman da zora sokan kavramı, toplam yirmi dokuz yazarın kalemiyle mercek
altına almış.
Ayıp, kural,
yasa, tabu, sansür, haram, kanun gibi kelimeler yasak kelimesinin derecelenmiş
hali.
Bir kısım
insanlar yasaklar koyarken, karşı olan kesim de bunları delmenin ya da iptal
etmenin yollarını aramakta.
Bireylerin ya da
toplulukların haklarını, canlarını, mallarını korumak amacıyla konulması
gereken pek çok yasağın varlığı son derece akılcı ve olması gereken. Ancak
yasak kavramının amacı, idealleri ve hedef kitlesi değişir de yasaklar yasağı
koyanı ya da koyanları korumaya başlarsa işte o zaman sorunlar da başlıyor.
Tarihe şöyle bir
bakacak olursak, yasağın öznesi olarak pek çok bilim insanı öldürülmüş ya da
özgürlüğünden olmuş (Galilei, Lavoisier, Bruno, Socrates…). Bir kısmının da sanatsal,
düşünsel üretimleri yasaklanmış (Nefi, Pir Sultan Abdal, Rıfat Ilgaz, Aziz
Nesin, Sabahattin Ali, Namık Kemal, Melih Cevdet Anday, Nazım Hikmet…) Ne yazık
ki günümüzde de yasaklılar listesi uzayıp gider.
Yasaklama eylemi,
çoğu kez, yaratıcılığı ve üretkenliği olmayan bir eylem. Amaç bireyi/bireyleri
kontrol altında tutmak ya da engellemek. Eğer bu engelleme/kontrol altında
tutma, yaşamda mantıklı karşılığını bulmuşsa söz konusu yasak amacına ulaşmış, muhtemelen
kural ya da yasa niteliğini kazanmış demektir. Ancak aksi durumda, anayasal bir
hakkın gaspından ya da sansürden bahsediyor olabiliriz.
Ülkemizde konuşmak
ve yazmak anayasa ile güvence altına alınmıştır. Yirmi altıncı maddede “Herkes,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” yasa böyle dese de hemen
her iktidar döneminde, uygulama sorunları yaşanmakta. Neyse ki konuşmanın bir
önceki aşaması olan düşünmeye henüz yasak gelmedi. Yani anayasal hak olan “Düşünce
ve kanaat hürriyeti” halen hepimiz için geçerli.
Düşünmek
serbest. Ancak yeryüzünde, “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti “ ni kullanmak
her zaman kolay olmamış çünkü gücü elinde bulunduranlar için neyin kamuya
duyurulacağı önemlidir. İşte bu noktada günah ve oto-sansür kavramlarına bakmakta
yarar var. Her iki kavramın hareket noktaları birbirinden farklı olsa da
bireyin zihnindeki düşünceye gem vurma yönünden benzeşirler. Günah, özü
itibariyle bireyi dikteyle ele geçirirken oto-sansür bireyi kendi özgür iradesiyle
ele geçirir. Sonuç itibariyle ikisinin de hedefi, düşünceyi henüz zihindeyken
bastırmaktır ancak hedefleri aynı olsa da zihindeki oluşum süreçleri ve sonrasında
yaşananlar farklıdır. Oto-sansürü uygulayan kişi, engelleme sonrası bunalıma
düşebilir ve kendini rahatlatacak çıkış noktalarını bulmakta zorlanabilir.
Kendisine şu ya da bu şekilde bir mazeret bulsa da rahatlayabilmesi az ihtimal.
Oto-sansür bireyin öznel tavrı olabileceği gibi korku toplumu içinde yaşıyor
olmakla da çok yakından ilgilidir. Korku unsurunun, yaşamın her alanında etkin
tutulduğu dönemlerde oto-sansür de çoğalır. Böylece bireye ‘sen kendi
yasaklarını koy yoksa biz gerekeni yaparız’ mesajı verilir.
Günah korkusunda
ise durum farklıdır. Bazı dini uygulamalar (günah çıkarma gibi) ve din adamları
aracılığıyla bireyin zihnini beklenmedik şekilde özgürleştirebilir. Örneğin,
tüm dinlerde ve gelişmiş tüm toplumlarda rüşvet almak yasaktır ve bu yasak
günahla desteklenir. Ancak birkaç sene önce rüşvetle kendine kazanç elde etmek
isteyen futbolcunun bir din adamıyla kurduğu iletişim sanırım pek çok kişinin halen
hafızasındadır. Oyuncunun şike için kendisine önerilen rüşveti almadan önce,
“Bu parayı kabul etmemin dinen bir zararı var mı” diye din hocasına sorduğu, ondan
da sakınca olmadığı yönünde yanıt aldığı açığa çıktığında olay gündemi epeyce
meşgul etmişti. Bu ve benzeri durumlar münferit olup elbette ki din ahlakına
dair genel durumu işaret etmemekte ancak bireylerin yasaklardan kaçış noktaları
aramaları bağlamında etkili bir örnek olduğu söylenebilir.
Yasağı “yasak”
yapan, onu tamamlayan elbette ki ceza ve korkudur. Aksi durumda yasaktan söz
edilemez. Demokrasinin tam yerleşemediği toplumlarda, korku ne kadar
çoğaltılırsa yönetmek o kadar kolaylaşır. Böyle toplumlarda insanlar işsizlikten,
açlıktan, ölümden, öldürülmekten, evsizlikten, eşinden, babasından, satın
alamamaktan ve daha pek çok şeyden korkar. Bu kadar korkuyla beş edemeyince her
şeye razı gelir. İyi eğitimden, mutluluktan, insan onuruna uygun yaşamaktan
v.b vazgeçer ve sahip olduklarını kaybetme korkusuyla şükür etmeye başlar. Tanrı’ya
duyulan minneti, dile getirme ya da mutlu bir olaydan, yapılan bir iyilikten
dolayı duyulan hoşnutluğu bildirme eylemi olan “şükür” de korku toplumlarına
özgü biçimde bozulmaya uğrayarak bir anlamda korkunun kılık değiştirmiş hali
olur.
Dilimize
pelesenk olmuş, tenimize sinmiş yasak kavramı üzerine konuşulacak çok şey var. Yasak
olan şeyler zevk verir mi? Yasaklar çiğnenmek için midir? Her türlü yasak yasaklanmalı
mı? Yasaklar ne zaman sorun olmaya
başlar? Korkularımızla nasıl başa çıkabiliriz? Nereye kadar özgürlük? Kitabı
okuyunca eminim sizlerin de zihninde sorular oluşacak. Gültekin Emre’nin
derlediği kitapta Adnan Özyalçıner,
Ataol Behramoğlu, Sennur Sezer, İsmail Mert Başat, Eray Canberk, Hidayet
Karakuş, Hüseyin Yurttaş, Zeynep Avcı, Sina Akyol, Zeynep Aliye, Tarık
Günersel, Tuğrul Tanyol, Cüneyt Ayral, Nurhayat
Bezgin, Adil İzci, Hayri K. Yetik, Buket Uzuner, Haydar Ergülen, Tamer Öncül,
Betül Tarıman, Küçük İskender, Müge İplikçi, Gürgenç Korkmazel, Bâki Ayhan T. ve
Gonca Özmen yazılarıyla yasaklar konusunu ele alıyor, akla gelebilecek
pek çok soruya ışık tutuyor ve okura yeni sorular soruyor.